Ruhu kanatlandırmak ara sıra

Baudelaire'in "Moesta et errabunda" (hüzün ve serseri) isimli şiirinin Said Maden tercümesindeki ilk kıtayı hatırlayalım"Agathe uçtuğu var mı ruhunun ara sıra / Büyülü mavi derin ve ışıl ışıl yanan / Bambaşka denizlere bambaşka semalara / Şu kahrolası şehrin simsiyah havasından / Agathe uçtuğu var mı ruhunun ara sıra".

Uçmak veya kanatlanmak; süflî realiteden ihtişamlı hayâllerin dünyasına ilticâ etmek. Halden istikbâle kaçabilme imkânımız yok; mâziye ve mâzinin derûnunda saklı güzelliklere doğru çekilerek ruhumuzu kanatlandırabiliriz ancak. Nostalji mi; hayır! Nostalji denilen şey, dünün on paralık ibriklerinin, hamam taslarının müzâyede salonunda bahâya değer bulunması. Halbuki "rûhun akord edilmesi"nden bahsetmek istiyorum dilimin döndüğünce. Musikide akord, sesin sâbit ve mâlum bir ses değeriyle aynileştirilmesidir. Rûhun akordu "değerler"e, eskimeyen kıymet hükümlerine nisbetle tanzim edilir ancak.

Son on yılda tercüme edilmiş kitapların (te'lifler daha mı iyi sanki?) berbat, budaklı ve işlemez Türkçesinden nereye ilticâ edeceksiniz; kulağınızı ve gönlünüzü dolduracak Türkçe terennümü nerede kaldı? Mesut Cemil, Adnan Menderes, Mustafa Kemâl böyle mi telâffuz ederdi kelimeleri? Orhan Okay hocamızın şanslı talebeleri, Türkçe'de İstanbul musikisinin âhengini duymuş olmakla övünebilirler; hatta TRT'nin eski hanım spikerlerinden Jülide Gülizar'ın telaffuzu bile bugün klasik değer hükmündedir. O sesler dünyamızdan çekildi artık. Hüneri kitaptan tâlime niyetli iseniz tecvidi ile Osmanlıca öğrenmek zorundasınız; eski dilimiz, eski seslerimizi de muhafaza ediyordu çünkü. Sonra açacaksınız Nahid Sırrı'nın Voltaire'den çevirdiği "XII'nci Şarl'ın Tarihi"ni, damağınızda bâdem şekeri eritircesine bir lezzetle tatlı okumalara dalacaksınız. Başka yolu yok. Görme melekesinin, daha doğrusu "güzel görmek" sanatının âhengini tâlim için hangi mihenge müracaat etmeli? Güzel görmek, güzeli görmekle mümkün. Bir marangoz rendesinin bıçağını nasıl bileyliyorsa, gözü güzel üzerinde teksif etmek aynı şey. Hüsn"ü hat levhalarının bir başka vazifesi de gözün "hüsn"e tâlimidir; tabiilik, denge, disiplin ve gelenek hüsn"i hatta içten dışa doğru radyasyon neşreden bir mektep gibi çalışır; bakarken öğrenirsiniz ve neler öğrendiğinizi ancak güzel olmayanla karşılaştığınızda fark edersiniz. Bunlar bizim ürettiğimiz ve hâlâ kısmen üretebildiğimiz şeylerdir; bize mahsustur. Onlarla nefsî itimadınızı yeniden kazanabilirsiniz.

Endüstrinin başlıca gayesi tabiatı başkalaştırmaktır; tabiat sınır koyar, endüstri bendleri yıkar. Asıl olana dönmek istediğinizde cicili bicili kutulara sıkıştırılmış ve her biri dünya kadar para karşılığı satılan sun'i kokuları bir kenara bırakıp bir köşecikte sessiz sedasız yaz mevsimine gülümsemeye hazırlanan bir iğde dalına teveccüh edecek veya saksıdaki fesleğen yumağını şöyle bir dalgalandırıp ıtır neymiş hatırlayacaksınız. Kaldırım kenarlarında fışkıran ve alelâde sandığımız bitkilerin inşasındaki mühendislik, bir sıradan akasya yaprağının damarlarındaki hendese, cennet böceğinin kanatlarındaki akıl almaz kırmızı"siyah ahengi, yabani arpa başaklarındaki tane ve kapçık dizilişlerinin güzelliği, pencere kenarına konan serçenin boynundaki bej" kahverengi muaşakası size öğretecektir. Pencereleri açtığınızda içeriye dolan havanın tazeleyiciliği öğretir; gökyüzünde bulutların tesâdüfi gibi görünen ihtişamlı karmaşası, kuru soğan kabuğunun yarı saydam inşâsı öğretmenimizdir. Müzikal sesin insan ruhunda açtığı bütün tabii berzahlar, "makam" olup musikimize rabtedilmiştir.

Musiki ile rûhu kanatlandırmak ihtiyâcını hissettiğinizde Dede'nin Sultânîyegâh'dan bestelediği o muhteşem, "Nihân ettim seni ey meh"pâre, cânımsın" medhiyesi size kanat takacak ve o güne kadar değer verdiğiniz her şeyi, yeniden değerlendirmeniz gereğini hatırlatacaktır; Kenger otundan bile bal çıkarmasını bilenler için "Kadıoğlu Zeybeği" de yetişir, Üsküp dolaylarında gurbette bıraktığımız "Ülker Yıldızı" da. Güzel görmesini öğrenenler için güzeli bulmak hiç de müşkül değildir.

Gözümüz, gönlümüz, dilimiz, kulağımız, zihnimiz yorgun ve kirli; "Bütün renkler hızla kirleniyordu / Birinciliği beyaza verdiler" mısralarında olduğu gibi insânî, güzel ve doğru değerler, rûhun tabii dengelerini ve seviyesini ifsâd etmek için saf halinde üzerimize geliyorlar. Süleymaniye'nin varlığı, müzelik bir sanat tarihi objesi olduğu için değil, hendesesindeki insâni ölçüleri ve topyekûn güzellik fikrini her gün göz menzilinde tuttuğu için değerli. "Büyüklenme pâdişahım, senden büyük Allah var" hatırlatması, işte bu yüzden siyasi felsefe birikiminin en tepesinde evrensel bir nükte olarak hâlâ asılı duruyor. ŞeyhülislâmBâkî Efendi'nin, "Hakk'ın kemâl"i lütfunadır istinâdımız" mısraının mazmûnuna dokunabilen, eğer diliyorsa ondan ihtiyaç duyduğu elektriği alabilir hâlâ. Bizim kaderimiz güzellikleri teksîr edebilmek değil maalesef; o kabiliyeti unutturdular ama en azından güzelliğin nasıl bir şey olduğunu hatırlayabilmek için onlara temas etmeyi denemeliyiz; başka türlü direnemeyiz; başka türlü kendimiz kalamayız.

Zor fakat ödülü dünyâya değer!


Kaynak (Arşiv)