Rodin sergisi niçin ve nasıl gezilmeli?
Emirgân'daki Sakıp Sabancı Müzesi'ndeki Rodin Sergisi'nin haberlerini duymuş olmalısınız; üç ay süreyle (Sergi 3 Eylül'e kadar devam edecek) ziyaretçilere açık tutulan bu sergi, "Batı" dediğimiz genel kavramın en görülür, algılanabilir ve önemli birikimlerinden birini ayağımıza kadar getirdiği için üzerinde durmayı hakediyor.
Önce Sakıp Sabancı Müzesi'nden bahsetmek istiyorum. Herhalde Türkiye'nin emlâk değeri en yüksek mevkilerinden birinde yer alan müze, sadece çok iyi tanzim edilmiş bakımlı bahçesi ve bina kompleksi ile başlıbaşına görülmeyi ve üzerinde durulmayı hak ediyor. Seyrek İstanbul seyahatlerimde nadiren sahil yolundan Sarıyer'e kadar uzanan otomobil yolculuklarında boğazın eşsiz manzarasını, ancak bir tren penceresinden görülebildiği kadarıyla görüp hissedebilirdim. Sabancı Müzesi ise bu müstesna kompleksi sanat ve kültür hizmetlerine tahsis etmesiyle boğazın güzelliklerini algılayabilmek bakımından güzel bir imkân sunuyor. Sadece bahçesinde oturup boğazı seyretmek bile çok güzel. Sanata düşkünlüğü ve özel koleksiyon toplamaktaki merakı ile rahmetli Sakıp Sabancı henüz yaşadığı yıllarda bile saygıdeğer bir şöhret sahibi idi. Kendi adını taşıyan müzesi ise bence tam bir "sürekli hayır" kurumu haline gelmiş. Bu vesile ile hatırasını saygıyla yâd ediyor, ruhuna rahmetler gönderiyorum.
Rodin bir heykeltıraş. Sanat tarihinde heykelin üç klasik ustasından biri kabul edilen sıradışı bir sanatkâr; sergide, Paris'teki Rodin Müzesi'nden ödünç alınan 203 parça eser sergileniyor ve bu eserlerin seyir ve tedkik itibariyle sabahtan akşama kadar bir sanatseveri meşgul edeceğini söyleyebilirim; zira sergi sadece heykellerden değil, Rodin'in taslaklarından, çizimlerinden, Rodin'in hayatı ve sanatı hakkında, heykel sanatı ve tekniği üzerine yapılmış belgesel film seyirlerinden de oluşuyor. Ziyaretçilerin en azından yarım günlerini sergiye tahsis etmeleri gerektiğini şimdiden haber vermek isterim.
Sanat ve özellikle Batı sanat tarihi hakkında önbilgisi olmayan ziyaretçiler için sergiyi gezmenin "görgü" cinsinden bir katkıda bulunacağı şüphesizdir; onlar sergide sadece derdini üç boyutla anlatmaya çalışan bir sanatçının eserlerini görecek, "benzemiş, iyi ifade etmiş, hakikaten sanatkâr adammış" cinsinden hükümlerle yetineceklerdir; halbuki Rodin, temel konu olarak insan bedenini ele alan heykeltıraşlık sanatında birebir taklidin ötesine geçmeye çabalayan ve bu gayesini gerçekleştirmeye çalışırken sıradışı olmayı başarabilmiş bir düşünürdür. Çamurla, metalle veya taşla ama yine de zihnindeki anlamı anlaşılır hale getirmeye ve başkalarına aksettirmeye çalışan bir düşünür. Birebir kopyalama, yani tabiatı tamamen taklid sanatta ve özellikle o sanatın tekniğinde bir aşama olarak kabul edilse bile nihai tahlilde yetersizdir. Resim sanatının fotoğraftan farkını işte bu noktada buluyoruz. Heykelin dehâ çapındaki sanatçılarından Rodin'in eserlerinde aşmaya çalıştığı kritik eşik de işte budur. Meselâ sadece insan eli üzerine yaptığı çeşitli denemelerinde bu arayışın izlerini görmek mümkün. Sadece el, bir insanın ruhi halini ve fikirlerini ne derece aksettirebilir ki? Rodin'in insan bedeni üzerindeki üç boyutlu düşünceleri zannımca bu çerçevede anlamaya çalışmak daha doğru olacaktır.
Rodin'in sergideki eserlerine bakarak sanatının büyüklük ve derinliğine saygı duymak elbette gerekli; ne var ki Rodin üç boyutta donuklaşmış insan bedenini sanatının yegâne nesnesi kabul ettiği yerde, neredeyse bütün batı sanatını kaplayan çaresizliği paylaştığını farkedebilmiş midir, zannetmem. Bu inancını onun, "Büst ve portre kadar kavrayış gerektiren bir başka sanatsal çalışma daha yoktur" sözlerinde hissedebiliyoruz; Rodin'e göre iyi bir portre bir hayatın hikâyesi ile eşdeğerde sayılmalıdır. Nitekim bütün sergi boyunca Rodin'in, insanı maddi varlığı ile tanıma ve maddi varlıktan hareketle manevi boyutunu tarif etme çabasını gösteren eserleriyle karşılaşıyoruz; özellikle Âdem ve Havva heykellerinde bu arayış, kendi sınırlarını zorlayacak derece başarılı formlara dönüşmekte, "Cehennem Kapısı" diye isimlenen büyük kompozisyonda ise sanatçının varlığı nasıl değerlendirdiğini apaçık görmekteyiz. Bu kapı, batı sanatı hakkında çok tarif edici fikirler veriyor.
Serginin en şaşırtıcı eseri, Rodin'in meşhur Fransız edibi Balzac'ı tasvir ettiği heykel olsa gerektir. Rodin bu heykelini en olgun eseri olarak nitelemiş. Oysa ki sergiyi gezenler için form açısından bu heykel dikkat çekmeyecek kadar silik ve sıradan bir kompozisyon gibi değerlendirilebilir. Bu eserde Rodin Balzac'ı, üzerinde dökülürcesine duran geniş bir harmaniye veya pelerinin altında tasvir etmiştir. Heykelde bütün hareket ve anlam, geniş bir pelerinden dışarıya akseden zayıflatılmış bir vücud dili ve heykelin büst kısmındaki ifadeden ibarettir. Belki de heykel sanatında Balzac'ın bu tasviri hakikaten üç boyutlu cismani form içinde varılabilecek yüksekliklerden birini teşkil ediyor ama bu heykelden yola çıkarak Rodin'in düşünce dünyasını tahayyül ettiğimizde aynı yükseklikleri hissetmemiz mümkün olmuyor; o noktada anlıyoruz ki düşüncenin formu, düşüncenin kalitesini de sınırlandırmaktadır ve Rodin'in çamurla, kille, erimiş metalle veya taşla fikirlerini daha ötelerde seslendirmesinin imkânı kalmamıştır.
Batı fikriyatının hayli yoğun ama kolayca algılanabilir zirvelerinden birisi de bu heykeldir; daha doğrusu Rodin Sergisi'ni gezmekle bir ziyaretçinin sağlayabileceği en büyük fayda batılı düşünce ve tahayyüle bir noktasında temas edebilme imkânının sağlanmış olmasıdır.
Bu sergiyi İstanbullular'ın ayağına kadar getirdiği için Sabancı Müzesi yöneticilerini tebrik etmek bir zevk oluyor; büyük burjuvazinin toplumsal sorumluluğunu ifâ edebilmesinin en zarif yollarından biri de bu gibi kültür ve sanat faaliyetlerini finanse etmektir elbette.
Vakit darlığı yüzünden özellikle klasik İslam sanatları konusunda hatırı sayılır bir birikime sahip olan Sabancı Müzesi'nin diğer bölümlerini gezmeye fırsat bulamadık ama bu fırsatlar bütün yıl boyunca İstanbullular'ın hizmetine âmâde duruyor. Bu arada sergi çıkışında sergilenen Rodin konulu hediyelik eşya ve basılı eserlerin muhtelif fiyatlarla satışa sunulmuş olmasını da özellikle kaydetmek lazım.
Bu sergi herşeyi ile kaçırılacak gibi değil; ilgilenenlere hararetle tavsiye ediyorum.
BİR TEKLİFİM VAR:
BU PROTESTO KAMPANYASINA 'SİZ' DE KATILIR MISINIZ?
Televizyon, radyo ve gazete reklâmlarında adım başı kulağımıza çalınan ama anlamı üzerinde pek durmadığımız 'sen'li cümleler, sizin de dikkatinizi çekiyor mu? "Yarış; kazan", "Sen de katıl", "hisset", "mağazalarda seni bekliyor" gibi laubali hitap şekillerini protesto etmek için, reklâmlarında müşterilerine ikinci tekil şahıs sigasıyla hitab eden firma ürünlerini boykot etmeye var mısınız?
Bu laubali edâdan artık ikrah geldi; onlara varlığımızı hissettirelim, ne dersiniz?