Rezalet kalmadı; terlik verelim!
Geçtiğimiz çarşamba günü Cumhuriyet Bayramı malum ifade ile Türkiye'nin her yerinde, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde ve dış temsilciliklerimizde hararetle kutlandı; ama bu hararetin yüksek tansiyona "dönüştürüldüğü" bir yer daha vardı: İstanbul'un Sultanbeyli İlçesi.
Bazı televizyon kanallarında "flaş flaş.. Sultanbeyli'de bayram kutlamaları olaylı geçti" anonsu verilmeye başlayınca meraklandık. Ardından haber görüntüleri geldi ekrana. Başlangıçta her şey olağan seyrinde cereyan ediyordu; ama olağan olmayan bir ayrıntı hemen herkesin dikkatini çekiverdi; bir kısım medyanın kameraları neredeyse tam takım oradaydı; hatta bazıları çıkması muhtemel olaylara karşı o kadar sağlam "tüyo"lar almış olmalılardı ki çift kamera ile işe vaziyet ediyorlardı. Türkiye'nin her yerinde yapılan mutad kutlamaların yüzlercesi arasından Sultanbeyli'nin merkez üssü seçildiği hemen fark ediliyordu.
Bando takımı, askeri birlikler, okullar kemal-i edeple resm-i geçit yaptılar; bu esnada kameralar alelade görüntüleri vermektense bayram için hazırlanan kapalı tribündeki zevatın yüz hareketlerindeki küçük değişiklikleri detaylandırmayı ve yorumlamayı tercih ediyorlardı. Nihayet kortejin ucundan parti mitingine gidiyormuş intibaı veren kadınlı erkekli bir grup belirdi; bunlar Mustafa Kemal Paşa'nın fikriyatını kendine isim yapmış bir derneğin mensupları idiler ve o gün için Sultanbeyli'yi bayrama katılmak için "pilot bölge" seçmiş olmalılardı. Ellerinde "Ben Kemalistim", "Ben laikim" yazılı pankartlarla Mustafa Kemal Paşa'nın posterlerini taşıyorlardı. Bayram kortejine katılmak elbette haklarıydı; ama özellikle şeref tribünü önünden geçerken yaptıkları gösteriler, kulağı delik medya muhabirlerinin hiç de kötü istihbarat yapmadıklarını ispat ediyordu. O esnada kameralar çift açıyla çalışıyor, gösteri yapan dernek mensuplarını geniş açıyla, tribünde selam vaziyetinde duran protokol mensuplarını "zoom"la kayda geçiriyordu. Tribündeki belediye başkanının tam hizasından geçerken ellerindeki Atatürk posterlerini ve pankartları Madam Chantalvari bir jestle tribündekilerin dikkatine sunmaya çalışan topluluk, laiklik yanlısı sloganlar atarak yürüyüp gittiler.
Beklenen olmamıştı. Hesaplarını, tam o esnada çıkması muhtemel bir reaksiyona kilitleyen onca kameraman herhalde hayal kırıklığına uğramış olmalıydı. Biz de ekran başında "olay bunun neresinde yahu" diye şaşkın bekleşirken, o "müthiş" hadise patlak verdi; sırtlarında okul üniformaları bulunan bir kısım İHL'li genç, kaldırımın bir köşesinde toplanarak, okullarının kapatılamayacağını ileri süren sloganlar atmaya başladılar. Eh, haber kıtlığında bu da bir şeydi elbette; kameralar hırsla slogancı gençlere odaklandı; ama anlaşılan polis de hazırlıklı olmalıydı ki on-onbeş kişilik topluluk anında çil yavrusu gibi dağıtılıverdi. Birkaç saniye sonra muhtemelen aynı gençleri, yanaşık nizamda resm-i geçit yapan askerleri alkışlarken gördük, "en büyük asker bizim asker" diye bağırıyorlardı bu defa.
Bu haber, dört büyük televizyon kanalında en az dört dakika süreyle gösterildi. Hepimiz seyrettik ve şaşırdık; satırarası okumasını bilenler, bu haberin "salça kalmadı terlik verelim" makamından yanık sesler ihtiva ettiğini hemen fark ettiler; bir "suçüstü kordelası idi bu. Aslında Türkiye'nin içinde yaşadığı o aykırı zihin iklimini vurgulaması bakımından olağanüstü bir haberdi; ama bir farkla; bu haberin gerçek haber değeri, ekranda gösterilen kısmı değil, haberin ondan önceki safahatıydı. Skandal avcıları, flaş haber düşkünleri, rezalet tüccarları Sultanbeyli'ye belli ki "tenezzüh olsun" kasdıyla gitmemişlerdi; bir şeylerin olacağını ya tahmin etmişler ya da haber almışlardı. Gittiler fakat boş döndüler; dağ fare doğurmuştu.
"Şecaat arz ederken merd-i Kıpti sirkatin söyler" meseli doğruymuş; doğrusu bu kadar safdil, bu kadar çaresiz ve bu kadar "naiv" olduklarını tahmin etmezdim.
Herhalde farkındasınız, seziyorsunuz; birileri bu toplumun huzuru, kardeşliği ve ahengi ile "Rus ruleti" oynuyor. Krizle beslenenler, varlıklarını ancak kriz patırtılarında idrak edebilenler ellerindeki sihirli aynada bir iç çatışma görüntüsü seyredebilmek için ısrarla ve sorumsuzca didiniyorar. Ama kemal-i iftiharla fark ediyoruz ki bu milletin cahil ferdi bile, onların dolarla maaş alan akıldanelerinden daha keskin bir iz'an ve feraset sahibi. Öyleyse bu millete nasıl hürmet duymazsınız, bu milleti nasıl sevmezsiniz, bu millete hizmet etmeyi nasıl şeref kabul etmezsiniz.
Kim demiş ucuzluk iyidir diye; ucuzluktan bunaldık. Geleceğin tarihçileri, içinde yaşadığımız devri anlatırken ifade sıkıntısına düşecekler, fark ettikleri saçmalığı ve aykırılığı tarif için kelime bulmaya zorlanacaklar, onlara daha şimdiden acıyorum.
İyi de şu bizim ahval-i perişanımıza kim acıyacak?