Resmî karmanyola!
İki gün sonra, bizim tabirimizle Ermeni Tehciri 100 yaşına basmış olacak. Papalık ve Avrupa Parlamentosu’nun “Evet bu bir soykırımdır” şeklindeki açıklamalarına içerde büyük tepki gösteriliyor ve şimdiden bellidir ki Soykırım tartışması seçim sürecinde iç siyaset malzemesi olarak bolca kullanılacak.
Bunları geçiyorum; Soykırım nedir, ne değildir, İttihat ve Terakki yönetiminin kararı bu kavrama uyar mı meselesini de geçiyorum; daha basit, anlaşılır ve hakikaten tarihçilere, arşiv uzmanlarına ve özellikle maliye tarihiyle uğraşanlara havale edilmesi gereken basit bir noktaya işaret ediyorum.
-Velev ki büyük bir talihsizlik oldu, tehcire gönderilen Ermeni nüfusunun başına istenmeyen şeyler geldi, bazı kazâlar oldu vesaire… Hiç değilse şimdi bu insanların geride bıraktığı menkul ve gayrimenkul cinsinden servetin hesabını verelim! Bu soruya, konunun uzmanı bir tarihçinin verdiği cevabı okumak isterseniz, Nevzat Onaran’ın, “Emvâl-i Metrûke Olayı-Osmanlı’da ve Cumhuriyet’te Ermeni ve Rum Mallarının Türkleştirilmesi” adlı esere bakmanız gerekiyor. Bende bu kitabın 2010 baskısı (Belge Y.) var; zannediyorum daha sonra iki cilde bölünerek eklerle yeniden basıldı.
Onaran’ın Meclis zabıt cerideleri gibi devletin resmî kaynaklarını kullanarak bu soruya verdiği cevabın özeti şu: Sürgüne gönderilen Ermenilerin malları hakkında ne gibi işlem uygulanacağını tesbit için 10 Haziran 1915 tarihinde Dahiliye Vekaleti talimatname yayınlıyor; buna göre hak sahiplerinin isim ve haklarını belirten tutanaklardan iki nüsha tertiplenerek ilkinin ilgili vilayette, öteki Emval-i Metrûke komisyonunda bulundurulması öngörülmüştür. O tarihlerde Tehcirle ilgili 33 vilayette komisyon kurulduğu hesaba alınarak en az 66 kayıt defteri bulunması gerekiyor.
Bu defterler yoktur! Bu konuyu beş yıl önce de yazmış ve aynı sorular üzerinde durmuştum. O günden bu yana tatminkâr bir cevap verildiğini duymadım. İyi kayıt tutmasıyla övündüğümüz devletimiz bu konuda birşey söyleyemiyor çünkü satır aralarından anlaşıldığına göre bu defterler çoktan imha edilmiş olmalıdır.
Hiçbir mal, insan canıyla mukayese edilmez; “Soykırımı bırakın, Emvâl-i Metruke daha önemli” demeye de getirmiyorum; sadece devletin ikide bir “Arşivlerimizi açtık, gelmediler; işbirliğine yanaşmıyorlar” yaklaşımının ne kadar samimi olduğunu merak ediyorum. 1915’te ‘talihsiz’ şeyler cereyan etmiş olabilir lâkin, başına ‘tesadüfen talihsizlik’ gelen Ermeni ve Rumların geride bırakmak zorunda kaldığı malların âkıbeti aynı kelimeyle açıklanamaz; buna talihsizlik diyemiyoruz. Ne diyeceğiz? Gasp demeye dilim varmıyor; “Ganimet” olur mu peki veya Müsadere, yeni Türkçeyle ‘Zor-alım!’
“Arkadaşlar, harptir, zaruret halidir, olur böyle şeyler; fazlaca eşelemeyelim!” deyip küllediğimiz bu konu, devletin nâmusuna emanet edilmiş yüzbinlerce insanın kaderidir; âkıbetlerinin hesabını veremiyoruz, bari geride kalan malları konusunda 100 sene sonra olsun tatminkâr bir açıklama yapalım. Birbirimize, ‘Elmayı iğneyle delip suyundan tatmıştım; haram lokmadır, istiğfar ediyorum’ edebiyatı yaparken, o günün parasıyla milyonlarca liralık servetin hesabını kalem kalem gösterebilmeliyiz en azından. O mallar, paralar ne oldu, kimin kursağına girdi; kimin kanında irinleşip ahlâk genetiğini bozdu? Bir devletin kendi vatandaşının malını resmen karmanyolaya getirmesi helâl, hak mıdır, revâ mıdır? Hadi İttihatçılar Farmasondu, zındıktı diyorsunuz; sizler ki yıllarca buz gibi umûr-ı devlet görmüş İslâmcılarsınız bugüne bugün! Verin artık şu 100 yıllık gasbın hesabını…
Yaşı 70’i geçmiş olanlar bu malların âkıbetini biliyor ve hâlâ ortalık yerde söylemekten çekiniyorlar; bu, herkesin bildiği bir ‘Sır’dır; biraz kapağını aralayanın yüzü kızarır.