Resmî bayram helvası

Telefon şirketlerine sorulsun, meselâ Regaip Kandili'nde mi daha çok mesaj çekiyor millet birbirine, yoksa herhangi bir resmî bayram gününde mi?

Siz cevabı düşünürken bir başka mâlum sahneyi tasvir edeyim. Resmî bir bayram günündeyiz; "hükümet meydanı" trafiğe kapatılmış; Vilayet konağının önüne birkaç gün öncesinden 100-150 kişilik bir portatif protokol tribünü hazırlanıp üstü tente ile örtülmüş. Protokole dâhil zevât, ütülü bayramlık elbiseleri ve kara gözlükleriyle protokol koltuklarındaki yerlerini almışlar.

Birazdan resm-i geçit başlıyacak (buradaki "resm" tören, merasim mânâsında) ve teoriye göre milletle devletin kesiştiği yeri temsil eden öğrenciler, askerler, küçük dereceli memurlar, bazı esnaf temsilcileri, protokolün önünden sırayla geçerek devletin huzurunda bir nevi denetleme verecekler; "bakalım millet dersini iyi çalışmış mıdır vb?.."

Bu tabloda millet, kenarlardadır. Kolluk kuvvetlerinin etten duvar ördüğü yerin dışında "bayram"ı kıyısından seyreder, cızırtılı ses cihazlarından yükselen o kasıntılı "tören bitmiştir; arz ederim" komutuyla evlerine dönerler.

Resmî bayramların bir de resepsiyon faslı vardır ki, millet bu törenlere oldum olası davetli değildir; meraklanıp içeri girmek isteyenler, bizzat havalarını alırlar. Resepsiyonlarda protokole dâhil zevât, kîse-i milletten birbirini ağırlar. Yemek verilip verilmediğini bilmiyorum; herhalde "kanepe" türü ayakta atıştırılan şeyler ikram edilir, cazbant çalınır, dans edilir, ayaküstü sohbetler kıvamlandırılır.

Mantık şudur; gündüz törenlerinde "millet"in gönlü görülmüş, ayakta tutulmak ve zabıta kordonunda bekletilmek suretiyle gerekli ikramlar yapılmıştır; şimdi ricâl-i devletin birbirini kutlama ve yorgunluk giderme vaktidir.

Resepsiyonlara bazı torpilli (şimdi ona "akredite" diyorlar) gazeteciler de alınır; onlar da resepsiyon âdâbına uygun ütülü frakları ve papyon kravatlarıyla, mühim zevât arasında gezinerek bunların birbiriyle ne konuştuğunu, hangi mühim meseleler hakkında nasıl mesaj verdiklerini öğrenmeye çalışıp ertesi gün gazetelerinde "gecenin ilginç ayrıntıları" başlığıyla gördükleri hoşlukları kaydederler. Bazı köşe yazarları da bunlara olağanüstü ehemmiyet atfedip "nereye gidiyoruz" filan gibi vahim şeyler yazarlar.

Ve biz anlarız ki, bunlar millî bayram filan değildir; devlet bayramıdır; daha doğrusu bürokrasi bayramı. Millî hassasiyeti yüksek olanlarımız penceresine, balkonuna bayrak asar fakat kimsenin aklına bir "resmî bayram çorbası", "bayram tatlısı", "bayram simidi" yapmak veya en azından "resmî bayram helvası" pişirtmek gelmez. Ahali o gün, "bayramdır, büyüklerimizin hâlini hatırını soralım" diye telefonlaşıp, mesaj çekerek telefon şirketlerini zevkten bayıltacak yoğun görüşme trafiği başlatmaz. Yazının ilk paragrafındaki sual işbu mânâyı mündemiç idi.

*

Ramazan'ınızı tebrik ederim; hayırlı, uğurlu olsun. Ramazan ayının kadrini bilip, kendini uhrevî güzelliklere hazırlayanları bir hususta ikaz etmek isterim: Dinî ve manevî duyguların nasıl da ticaret ve tiraja âlet edildiğini fark edince üzülüp ye'se kapılmayınız, medyatik ve Ramazaniyelik ekran vaizlerinin boyun büküp gözyaşı dökerek duygulu bir ses tonuyla televizyon seyircisine anlattığı steril dinî hikâyelere bakıp da dininizden soğumayınız. Kimseleri, Müslüman olmayanlara uzaktan bakıp da, "dininin kıymetini bil" diye hayıflandıracak davranışlardan uzak durmak lâzımdır. Bunların kâffesi âhir zamana kalmış Müslümanlar için birer imtihan ve sebeb-i ibret olup, sabredilecek şeyler zümresindendir.

Oruç, ibadetin en görünmez cüz'ü; onu görünür kılmak için kendini helâk edenler hakkında hayır duada bulununuz; umulur ki, "ben ne yapıyorum yahu" diye silkinip ıslah olurlar. Olurlar mı; neş'eleri bilir? Birinci vazifemiz evvelen kendi nefis yükümüzü ıslahtır vesselâm.


Kaynak (Arşiv)