Recai Bey’le mülakat
Muhterem Recai Güllapdan’ın adresini bulmak hiç kolay olmadı. Şehrin ortalarına sığınmış, eski bir kuş kafesini andıran eski mahallelerinden birindeki, iki katlı, çıkmalı, kafesli ahşap evinin adresini herkeslerden sır gibi saklayan Recai Bey’in ketumluğu dillere destandır.
Bir müşterek tanıdığımız vesâtetiyle kendisiyle mülâkî olabilen ilk gazeteci olmak, doğrusu ürpertici bir duygu. Üstadla, evinin önündeki altı metrekarelik küçük avluda, henüz dalları filizlenmeye başlayan asma çardağının altında, günün önemli hadiselerini ve Türkiye’nin nasıl kurtarılabileceğini konuştuk. Sohbet esnasında Recai Bey bana, mangal kömürlü semaverinde çay ve refakatinde yufka ile çökelek ikram etmek lütfunda bulundu. İlk sual olarak, yufkayı nasıl temin ettiğini sordum.
-Nasıl temin edeyim evlâdım dedi, “Yufka dediğin nedir ki, oturdum açtım, şu gördüğün köşedeki sacta pişiriverdim. Canım isteyince benim için mesele değildir. Her türlü ev işi elimden gelir elhamdülillah!”
-Memleketin gidişatını nasıl görüyorsunuz efendim?
-Vallahi güzel evlâdım, tabii bunca işi Recai’siz çekip çevirmek kolay değil, hükûmet hayli müşkilât çekiyor olmalıdır. Binaenaleyh yine de hâl ve gidişâttan umumî hatlar itibariyle hoşnudum.
-Başvekil’le aranızın hani nasıl ifade etmeli, biraz şekerrenk olduğunu ileri süren çevreler var; efendim, nedir bu işin aslı?
Recai Bey, bu suale cevap vermeden önce yaka cebinden çıkardığı bir güderi parçası ile gözlüğünü uzun uzadıya silmek ihtiyacı hissetti. Bu sualden rahatsız olduğunu hissettim, “İsterseniz bu konuyu geçebiliriz” teklifime gülümsedi;
-Başvekil bizzat şahsen beni tanımaz, diye başladı. “Benim de onu görmüşlüğüm yoktur. Kendisini gıyâbında takdiyr edeyorum lâkin diyger cihetten kendisine bir miktar acıdığımı da ifade etmek isterim.” Sözün burasında kısa bir öksürükle sesini temizleyerek devam etti: “Acıyorum çünki, omuzlarında azim bir yük vardır ve bunca sıkleti paylaşacak âkıl, müdebbir, sohbet ehli ve dürbînî nazar sahibi bir vezîri yoktur. Gerçi etrafında mütehassıs takımından bir bölük dolusu dânişmendi yok değildir; ondan bahsetmeyorum; buhranlı zemanlarda ona yeni istikaametler vazedecek, gönül açacak, keder giderecek, safâbahş bir gönül ayinesinden bahsedeyorum. Tilevizyon ekranından onu umumiyetle gergin ve asabî görüp üzülüyorum. Kâşki ara-sıra oğrayıp çayımı, çorbamı içse idi fekat sakın ola mülâkatın bu kısmını yazmayınız, zira yanlış tefehhüm olunur, Recai Bey kendisü içün vaziyfe isteyor yollu güftügûlar çıkar...
-Sizin siyâsetten uzak durduğunuzu biliyoruz fakat aynı zamanda Türkiye’nin ve dünyanın ünlü siyaset adamlarıyla gayet yoğun irtibatlarınız olduğu da mâlum?
-Geçelim efendim geçelim, derken yüzünde umur görmüş insanların mutmain tebessümü dolaştı; “Devlet adamlarına karîn olmak eyi bir şey değildir, vaktiyle genç ve dinç idim, hevesim var idi, ne var ki zamanla siyâsetten teneffürüm ziyâdeleşti. Ha, siyâset mübarek bir iştir, her iki dünya içün büyük imtihan vesiylesidir fekat aynı zemanda aklı başında bir insanın kendisü içün taleb etmemesi gerektiği derecede ağır mesuliyeti mucibdir. Çok şükür bu gibi külfetlerden berîyim epeydir. Memleketin sulh ve selâmeti içün dua ve niyazla meşgulüm.”
-Sulh ve selâmet deyince, şu mâlum barış görüşmelerini hatırladım; bu hususta aceba bizi bir mıkdar tenvîr buyurur musunuz acaba?
-Hayırlı bir teşebbüs, inşallah sapa yollara varmadan, ardından başkaca bir niyet veya hesab çıkmadan üstesinden gelinir velâkin şu başkanlık sistemi ve federasyon neviinden şaibeler zihnimizi bulandırayor...
-Niçin efendim, başkanlık tek başına kötü bir şey mi, federasyon da netice itibariyle bir yönetim tarzı değil midir?
Recai Bey, bu sözüm üzerine öyle bir celâllendi ki, artık kovulacağımı zannettim. Elini sanki vuracakmış gibi havaya kaldırdıktan sonra başına götürüp takkesini havalandırmakla iktifa etti.
-Evlâdım, ben şahsan bunları vaktiyle bizzat tahrir ettim, söyledim. En iyi siyasi usûl padişahlıktır fekat Recai gibi padişah bulmak kaydıyla diye ilâve ettim. Recai gibi padişahı nerden bulur bu millet evlâdım? Açub bakınız fıkıh kitablarını, saltanat içün sıralanan bütün meziyetler kimde, hangi şahısta temerküz etmiştir görünüz. Çocuk oyuncağı değildir...
-Efendim sözünüzü balla kestiğim içün lütfen affediniz; tam da bu mevzu ile ilgili bir gelişme oldu bugünlerde...
-Hayırdır, ne oldu ki benim haberim olmamış?
-Şöyle efendim: Sultan II. Abdülhamid Han’ın 4. nesil torunlarından bir delikanlı siyasete atılacağını beyan etti geçenlerde. Demiş ki: “Bu işler nasib kısmet işidir; tabii ki milletvekilliği değil fekat belki başbakanlık, cumhurbaşkanlığı gibi yüksek bir yerden teklif gelirse katılmak isteriz.” Siz bu beyanı nasıl değerlendirirsiniz efendim?
-Şimdi, sâkin olalım, teennî ile bakalım şu mes’eleye; elbette bu delikanlının da herkes gibi siyasete girmek hakkı mevcut, lakin daha ilk günden dedesinin atasının ismi sâyesine girerek siyaset idmanına girişmelerini müsaade buyurur iseniz tebessümle geçiştiririm şahsan ben bizzat kendim olaraktan.
-Niçin efendim, padişah torunu olmak suç mu?
-Suç değil çocuğum, niçin suç olsun lâkin meziyet de değildir evleviyetle. Bizim ahali biraz safderundur; padişahlarında yedi evliya kuvveti görmek ister ve görür de. O makamların boş olmadığını, tahtı doldurmak için ehl-i kerâmetten bulunmak lâzım geldiğini zanneder. Halbuki bu işlerde kerâmet değil dirâyet esastır. Gerçi içlerinde böylesi de var idi fekat ekser itibariyle hanedan aileleri, Osmanlı devrinin en alafranga bünyeli ailesi idiler. Resmen alafranga! Ahali tam aksini zanneder oysa ki, bütün Frenk âdetleri memlekete evvelâ saray kapısından duhûl etmiştir!
-Ama torun efendi öyle değil; diyor ki, “Osmanlı’nın âhının bu memleket üzerinden kalkması içün Ayasofya’nın açılması ve Vahideddin Han’ın mezarının Türkiye’ye getirilmesi lâzım...”
Recai Bey, yine acı acı tebessüm etti, “Vaziyet anlaşılmıştır” diye mırıldanıp ayağa kalktı; mülakat sona ermişti galiba. Beni kapıya doğru selâmetlerken bir an durdu;
-Evlâdım dedi, “Başta bizzat kendim olmak üzere kimseleri beğenmemek gibi bir kötü huyum vardır; bu muvacehede sözüm kulağına küpe olsun, bu memleket için en eyisi yine de cumhurî idaredir. Hâl-i hâzırdaki siyâsi usûl ile bakınız ne bâdireler atlattık on sene zarfında. İnsanları, eneiyyetleri ile baş başa bırakmamak lâzım, insanoğlu çiğ süt emmiştir; murakabesiz kalınca muvazeneden çıkar. Herkes bizzat ben kendi şahsım olarak bir Recai olamaz. Kaarîlerine benden selam söyle, dere geçerken at değiştirmesinler, mâceraya tevessül etmesinler, sistemi kurcalayacaklarına şöyle adam gibi bir esas teşkilat kanunu yaparak millet ile devleti sulh etsinler kâfidir! Var git Allah selâmet versin cümlenize...