Ramazan folklorundan Ramazan otokritiğine

İtiraf etmeli ki Ramazan, çoğumuz için kendine mahsus geleneklerle örülmüş folklorik bir gösterge manasını taşıyor; radyo ve televizyon yayınlarında dini muhtevanın ağırlık kazanmasından başlayarak, çarşı pazarda Ramazan'a mahsus gıda maddelerinin boy göstermesi, özene bezene hazırlanan vesair öğünlerden zengin ve gösterişli olmasına itina gösterilen iftar sofraları, sahur saatlerinde davulcuların sokak sokak gezmesi, minarelerin ışıkla süslenmesi, mahya şehrayinleri, iftarlık hediyelerin teati edilmesi, Ramazan'ı vesile ederek kredi ve itibar gösterisi haline getirilen geniş kapsamlı iftar şölenleri, ''oruç ayı''na mahsus gelenekler olarak sayılabilir. Dini bir espriden hareket ederek birtakım gelenekler tesis etmenin, insanlık tecrübesi bakımından son derece tabii olduğunu kabul etmeliyiz; hatta denilebilir ki büyük çoğunluklar için ''dini tecrübe'', sadece dini bir esastan ilhamini alan birtakım geleneklerin yaşatılmasından ibarettir. Halbuki geleneklere hayat veren dini espri, geleneğe muhtaç olmaksızın dahi mana bütünlüğüne sahip ve fonksiyonel bir fikirdir. Gelenek, dini bir fikir veya espriyi kurumlaştırarak nesiller arasında tecrübe intikalini sağladığı için bir kıymet ifade eder; gelenek, sadece gelenek olduğu için değer taşımaz ve gelenek adına bir şeyler yaparken onun anafikrini unutmak doğru değildir.

Orucun sadece günün isimasından gün batımına kadar aç kalmaktan ve nefse hoş gelen şeylere yaklaşmamaktan ibaret olmadığını herkes biliyor; bu haliyle oruç pasif bir ibadet biçimi olarak görünüyor; oruçlu olmak için bir şey yapmak değil, yapmamak kafi gibidir. Bu tarifte eksik kalan şey bir ibadet turu olarak orucu, sadece bir şeyler yapmamak şeklinde idrak etmekle yetinmeyip, onu bir davranış güzelliği ile taçlandırmak, oruç bilincini aktif hale getirmek ihtiyacıdır. Ramazan bu manada sadece sindirime yarayan uzuvlarımızı değil, zihni melekelerimizi de yıllık bakım ve onarımdan geçirme ayı olarak kabul edilmelidir. Ramazan, inanan kişilerin kendini otokritiğe tabi tuttuğu, din telakkisini yeniden gözden geçirdiği, bu telakkiyi ne derece davranış güzelliğine dönüştürebildiğini sinadığı ve eksiklerini onardığı bir ay olarak değerlendirilirse, zannimça gerçek kıymetini bulacaktır.

Bir insanın kendini ''dindar'' veya ''dini bütün'' olarak kabul etmesi ve çevresinde bu sıfatla tanınmasının herkes tarafından hissedilebilir ve anlaşılabilir bir ölçüsü vardır; bir ''din''e mensup olmak şuuru, o insanda en azından davranış ve huy güzelliği olarak aksetmelidir. Din, genel manada insanla Yaratan arasındaki münasebetin ortak ismidir ve bu çerçevede şahsi bir şuurlanma halidir. Ne var ki bu idrak her şeyden önce yakın ve uzak çevre tarafından güzellikten bir eser olarak algılanmalıdır. Meseleyi daha özel bir çerçevede ele alırsak söyleyebiliriz ki dindar kişi, bu sıfatı bir iftihar vesilesi olarak kabul ediyorsa en azından çevresine güven verici, nazik ve terbiyeli bir insan görüntüsü vermek zorundadır. İmanın derecesi insanlar tarafından ölçülemez ise de bir dine mensup olmanın şuuru ölçülebilir bir keyfiyettir. Başkalarına zararı dokunan, güvenilmez, tehditkar, kaba, saygısız ve nezaketsiz kişileri, en azından taşıdıkları dindarlık sıfatına ihanet etmekle suçlayabiliriz.

Haftalık yazıda vaaz üslubunun pek de hoş görünmediğini fark ediyorum; ama başta kendi nefsim olmak üzere orucun, üzerimizde bir davranış güzelliği şeklinde tecelli etmemesi beni ürkütüyor. Etrafına karşı kaba, tahammülsüz ve kırıcı davranan birinin ''oruç asabiyeti'' mazeretine sığınması asla kabul edilemez bir müdafaa tarzıdır. Yoğun trafikte birbirine küfreden, en basit nezaket kaidesine bile itaat etmeyi zayıflık sayan, ikide bir yere tükürmeyi oruçlulara has bir imtiyaz haline getiren, bile bile yalan söyleyen, ihtikara tevessül eden bir insanın oruçlu olup olmaması doğrusu pek fark etmiyor. Ramazan geleneklerini paylaşmak elbette büyük bir zevk ama Ramazan'la birlikte gündelik hayatta iyiye ve güzele doğru gözle görülür bir değişikliğe rastlamamak üzüntü verici. Davranış ve huy güzelliğine, nefsi otokritiğe yol açmayan oruçtan geriye sadece Ramazan folklorü kalıyor; elbette o da güzel; ama tek başına ne değeri olabilir ki?

Tebessüme bile sadaka ödülü va'deden bir değer ikliminde yaşıyoruz. Oruç hiç değilse, üzerimizde iğreti de olsa bir tebessüm halinde tecelli etmelidir; kim bilir belki böylece günün birinde tebessüm ve nezaketi şahsiyetin bir parçası haline getirmeyi başarabiliriz.


Kaynak (Arşiv)