Ramazan ekonomisine feda ettiğimiz dindarlık
Senenin diğer aylarında en kıyıcı başörtüsü haberleri yapan, gizli okul mescidlerini ihbar ederek okul yöneticilerini istifaya çağıran, dini topluluk, cemaat ve tarikatlara neredeyse tescilli suçlu muamelesi reva gören yayın organlarının, Ramazan yaklaşıverince birdenbire riyâ derecesinde dindarlık gösterisine girişmesi ne mânâya geliyor?
Sahne aynen şöyle:
İstanbul'da parmakla sayılır derecede azalmış Mevlevihanelerin birini gösteriyor kameralar. Vaktiyle dervişlerin semâ merasimi icrâ ettiği alanda bir televizyon stüdyosu kurulmuş ve eski yazılı panolar ışıklandırılmak suretiyle çok renkli ve derinlikli bir atmosfer elde edilmiş. Kameralar bir ara, aynı mekânda bulunduğunu tahmin ettiğim Hâmuşan, yani tekke bünyesinde, muhtemelen avluda Mevlevi kabirlerinin bulunduğu bölümü gösteriyor: Arka planda taşına Mevlevî sikkesi ve sarığı iliştirilmiş bir sıra kabir yer almakta. Hâmuşân'ın hemen önünde, yine derviş kıyafetlerine bürünmüş bir saz heyeti (mutrıb) dizilmiş. Sunucunun işareti ile mutrıb heyeti kısa bir sinyal musikisi icra ettikten sonra söz, sahur gecesi programının misafirine dönüyor. Sunucu ile misafiri, kabristan âdâbı hakkında konuşuyorlar. Bu aydınlatıcı konuşmanın satır aralarında, mezarlıkta bir şey yiyip içmenin mahzurları hakkında bilgi sahibi oluyoruz!
Bir başka televizyon kanalında, dini otoritesi hakkında toplumun ittifak ettiği televizyon yıldızları (Ali Bulaç'ın yerinde tesbitiyle modern Kassas'lar), mümkün olduğunca dramatik, alabildiğine hissî, vıcık vıcık derecesinde dinî duygulara hitab eden konuşmalar yapıyorlar; acıklı kıssalar anlatılıyor, arka planda dinleyicileri ağlatması maksadıyla hazırlanmış iç ezici müzikler yayınlanıyor, gözler buğulanıyor, dudaklar titriyor.
Endüstriyel Dinî şiirler pazarında
Bir başkasında endüstriyel dini şiirler yazan şairlerin kaleme aldığı uzun, yine çok duygulu fakat edebi değeri tartışmalı manzumeler dinliyoruz. Gecenin geç vakitlerinde, hatta seher vaktinde, bilinmez hangi ihtiyaçla TV stüdyolarında sabahlamayı göze alan misafirler (hatta aralarında kundak çağında bebekler bile bulunabiliyor), bu hissî gösterileri hayranlıkla ama ağlamaktan şişmiş uykulu gözlerle dinliyorlar.
Öteki kanalda, kıyafeti Ramazan programlarına göre enikonu dekolte sayılabilecek genç bir hanım, kendisiyle gıyabında olduğu kadar alenen dalga geçilen ve bu durumu bilmemesi imkânsız olan İlahiyatçı bir profesörle "dinimizde hurafeler ve yanlış uygulamalar" üzerine ciddiyeti kendinden menkul tartışmalar yapmakta.
İftar programları başka âlem; stüdyolarda iftar vaktini bildiren ezan okutulmasından başlayarak, sunucuyla misafirinin neredeyse gizli bir dindarlık rekabetine giriştiği "dini" sohbetlerden tutunuz da yemek tariflerine kadar, seyirciye hitab edeceği düşünülen her nevi gösteriler "ne olur beni seyredin; biraz da ben tiraj kapayım" derdiyle yayındalar.
Ramazan, israf mevsimi değil
Görünüşe göre, dinle ilgili bir şeyler cereyan ettiği hissine kapılabilirsiniz ama dikkatle izlediğinizde tirajla, medya pazarlamasıyla ilgili şeyle yüzyüze olduğunuzu fark ediyorsunuz. Hocalar, fetvacılar, duahanlar, şarkıcılar, yarı profesyonel dervişler ve her neviinden "din uzmanları", herhalde sıra ile stüdyo stüdyo gezerek dini ürünler (tavsiyeler, ilahiler, gazeller, kıssalar, iddialar, sohbetler ve bilgiler) pazarlıyorlar.
Bu yarışa belediyeler, siyasi partiler, hatta sivil toplum kuruluşları da katılmadan edemiyor. Şehirlerde bedava iftar ve sahur yemekleri dağıtılan büyük çadırlar kuruluyor. Gösteriler, eğlenceler tertipleniyor, dini yayın fuarları düzenleniyor. Artık çoktandır tadı kaçmaya başlayan şatafatlı iftar şölenleri ise ayrı bir âlem. Bir sabır ve itidal ayı olması gereken Ramazan, bilerek veya bilmeyerek israfın, tüketimin, gösterişin yükseldiği bir mevsim haline geliveriyor.
Dinin sömürülmesi, dindarlığın istismarı
"İyi ya, ne güzel; neredeyse bütün televizyon kanallarının dinle, dindarlıkla, tasavvufla, İslâmi konularla ilgili yayın yapmasında ne gibi mahzur olabilir" diye soranlarımız çıkacaktır. Peki öyleyse, senenin diğer aylarında en kıyıcı başörtüsü haberleri yapan, gizli okul mescidlerini ihbar ederek okul yöneticilerini istifaya çağıran, dini topluluk, cemaat ve tarikatlara neredeyse tescilli suçlu muamelesi reva gören yayın organlarının, Ramazan yaklaşıverince birdenbire riyâ derecesinde dindarlık gösterisine girişmesi ne mânâya geliyor?
Cevabı "riyâ"dır; yani iki yüzlülük; yani bazen Müslüman görünmeyi kârlı bulurken bazen Müslümanlar aleyhinde bulunmanın câzibesine kapılan "münafık"lık hâlleridir ve bu suali soranlar da teslim edeceklerdir ki riyâ, dinin ayıpladığı en kötü hallerin başında gelir.
Ramazan ayı içinde dinî sembollerin, ibadetlerin ve dini kavramların göze sokulurcasına görünür hale getirilmesinin çok basit bir sebebi bulunuyor; ticari kazanç. Bütün İslam ülkelerinde olduğu gibi Türkiye'de de Ramazan, toplumun büyük çoğunluğunu yakından ve doğrudan ilgilendiriyor. Gıda ve yiyecek ticareti yapan şirketler, Ramazan'la birlikte gelen "Ramazan'a mahsus" yeni tüketim dalgasından pay kapabilmek için içinde dini sembol ve mesajlar vermekten çekinmiyorlar; bu gayret, onların dindarlıklarından değil, ticari kaygılarının eseri. Reklam kampanyalarında oruçlu insanın sabır psikolojisini inceden inceye hesaplayan akıllı mesajlar birbirini izliyor. Gıda sektörü söz konusu olduğunda bu durumu bir dereceye kadar anlayışla karşılamak mümkün; nitekim çoğu şirketler, Ramazan'a mahsus ürünlerini tanıtırken mutedil davranmaya itina ediyorlar fakat pazar payını kaptırmamak telaşı içindeki şirketler, dinî mesaj verirken ölçüsüz ve kışkırtıcı davranabiliyorlar. Yazılı ve görüntülü basın organlarındaki reklamlara şöyle bir göz atmak kâfi.
Ticaret de edebdir
Bir an durmalı ve hâlimizi gözden geçirmeli değil miyiz? Oruç ki ibâdetlerin en göze görünmeyeni, en hafî ve derûnî olanı; bizler ise onu görünür kılıp ticaretin bir boyutu kılmak için gayretimizi selsebil ediyoruz. Ramazan'ı edebiyle karşılamak, güzel geçirmek, bereket ve rahmete vesile saymak en tabii hakkımız fakat her şeyde olduğu gibi onun da bir ölçüsü var.
Ve ölçüde haddini aşan şeyler, sonunda zıddına dönüşür; dinî alâmetleri ticari endişeyle gereğinden fazla görünür kılmak, herhalde "dindarlık" kavramının dışında bir şey olsa gerektir.