Radyo meselesi

Size eski bir radyo tamircisi olduğumu söylemiş miydim; muhtemelen bu minvalde gevezelik etmişimdir; tekrara düşersem bağışlayıp geçin lütfen.

Radyo tamircisi tabiri biraz iddialı oldu; sizi aldatmamak için şunu, “Tamire gelmiş radyo kasalarının tozunu pasını eski bir yağlıboya fırçası ile temizleyen uzman çırak” olarak değiştirelim. Hava itibarıyla biraz sönük kaldıysa da, “Nasıl olsa kimse yalanlamaz” diye bazı küçük gerçekleri abartmanın da âlemi yoktur.

Televizyonun adı bile yok; ben biliyorum ama. Her hafta Hayat mecmuası okuyorum, elime geçen gazeteleri biraz da lüzumsuz bir merakla takib ediyorum; hatta elime geçen “Fen ve tabiat ansiklopedisi” adında tek ciltlik bir ansiklopediden –ki 50’li yıllarda kaleme alınmış olmalı- en son, en yeni teknik gelişmeleri de izliyorum; mesela radar dalgaları nasıl çalışır, fezâya hangi roket yollandı, röntgen cihazı nedir, lüks lambasının çalışma esasları gibi ‘başdöndürücü’ gelişmelerden haberim oluyor; bu bakımdan televizyonun resmini görmüşlüğüm var. Hürriyet gazetesinin iç sayfalarında yayınlanan “Basri ile Fatoş” çizgi bandında da görünüyor zaten; Amerika’da her evde varmış bu görüntülü kutudan diyorlar. Bu arada aynı gazetede yayımlanan “Hoş Memo”, “Güngörmüşler”, “Detektif Nick” gibi tiryakisi olduğum çizgi roman bantları da unutamam. Sıradan bir Amerikan çalışanının orta halli hayatını resmeden bu eğlendirici çizgileri biz, “Vay be, adamlar nasıl hayat yaşıyorlar?” diye imrenerek seyretmekteyiz.

Televizyon yok, radyo var. Transistörlü çanta radyolar henüz bir lokum sandığı büyüklüğünde ve genellikle tüylü Bavyera şapkasıyla gezen Almancıların elinde görüyoruz. Bu bir istisnâ ama; radyo deyince o günlerde akla hemen elektrikle çalışan, en ufağı bilgisayar kasası büyüklüğünde –hatta daha iri, mobilya kasalı, ağır ve kalantor möbleler geliyor.

O bakımdan o devirde radyo tamirciliği prestijli meslek; tamirci çıraklığının da ona göre bir havası var. Tamire radyo gelince usta evvela arka kapağı söküyor, ardından yumruk büyüklüğünde flamanlı lambaların dizili olduğu metal kasayı mobilya gövdeden ayırıyor ve elime tutuşturup kaldırımın kenarına gönderiyor beni. Öyle yapmak zorundayız çünkü güz aylarında bir oda ısıtacak kadar elektrik tüketen ve ısı yayan radyoların içi nerdeyse yarım parmak toz çekiyor.

Eski bir yağlıboya fırçası ile toz temizlemek hassas iş, teknik ve tecrübe gerektiren bir uzmanlık alanı!

Radyo muhabbetim böyle başladı ve ne yazık ki hâlâ hâlâ devam ediyor. TV’ler yayına başlayınca radyonun modası geçmedi; biraz çaptan düştüyse de insanlar otomobillerde uzun saatler geçirmek zorunda kalınca yeniden kıymete bindi. Cep telefonlarında, uydu alıcılarında artık radyo dinleme imkânı var; internette ise dünyanın bütün radyoları...

Bu yazının ana fikri burada başlıyor işte; ne yazık ki piyasada eli yüzü düzgün ve sadece temiz ve net bir sesle radyo dinlemeye yarayışlı bir âlet yok. Olanlar Uzakdoğu menşeli, bol hışırtılı, tatminkâr ses kalitesi sunmayan sıradan şeyler. Radyo değil oyuncak gibi. Transistörler etiket inceliğinde yongalara sığalı beri, elektronik âletlerde mehâbet filan kalmadı; neredeyse çakmağa bile radyo aparatı yerleştirip bir-iki liraya satmaya başladı Çinli üreticiler. İşte o yüzden ne kadar radyo edindim ise o hızla da bir hayli radyo çıkardım elden. Öylece atmaya kıyamayıp ciğerlerine kadar sökerek dağıttıklarım da cabası.

Dünün dünyasında radyo, bugünün üç boyutlu televizyonları gibi lüks bir nesne idi; bugün gazoz kapağı hükmünde; oysaki biz, gazoz kapağını bile atmaya kıyamayıp biriktiren bir kuşağın son temsilcileriyiz.

Uzatmayayım, elektronik eşya satan hayli iri ve iddialı bir mağazaya uğradım geçen hafta. Maksadım etrafı kolaçan etmek, ezkazâ hayâlimdeki gibi bir radyo bulunca da üçe-beşe bakmayıp alıvermek!

“Adam gibi bir radyo almak istiyorum. FM bantlarını birbirine karıştırmayacak, temiz ses verecek, istasyonları kolayca bulunabilecek iyi bir şey...” Markasının adı lâzım değil, “bu iyidir” diye bir kutu gösterdi tezgâhtar delikanlı. Bir radyo uzmanı olarak sağını solunu inceledim; matah bir şeye benziyordu. Radyo kutusunu eve gizlice getirdim; ilk elde hemen “Yine mi radyo; senin saat ve radyo takıntından sıkıntı geldi; yeter artık” fırçası duymamak için n’aapacaksınız, mecbur!

Gizlice pilini taktım, düğmesine bastım; ı-ıh! Sadece bir istasyon çalıyor, o da pürüzlü; resmen hayal kırıklığı. “Yahu bunun içine kullanma kılavuzu bile koymamışlar; sakın dandirik bir şey olmasın” diye şüphelenirken suçüstü yakalandım. Zaten canım burnumda, yine eli yüzü düzgün bir radyoya kavuşamamanın sıkıntısı içindeyim... Bir şey söylemedi fakat söylese daha iyiydi; anlayışla karışık bir merhametle öyle alaylı bir bakış ki...

-Evet yine radyo aldım, sana sürpriz yapacaktım ama bunun sonuncusu olacağını tahmin ediyordum; çok medhettiler, süpermiş dediler estek, köstek... dedikçe üzerimdeki anlayışlı, müşfik ve fakat ezici bakışların istihzâ ağırlığı giderek artıyor.

-Kırarım bu radyoyu ben, dedim; halime acımış olmalı, “Kırma, iade et” dedi.

Bu hiç aklıma gelmemişti. Tezgâhtara madara olmayım, belki bir düğmesi daha vardır” diye biraz daha sağını solunu kurcaladıktan sonra ümidim kesildi, paketine koydum, doğru iadeye...

Bu arada belirteyim, unutulmasın. Otomobil panellerindeki sabit radyolar gayet güzel çalışıyor; tam istediğim gibi. Benim aradığım, oto radyolarının evler için tasarlanmış biçimi, fakat yok. Tapon radyoyu güç-bela iade ettikten sonra o hışımla mağazanın oto radyosu satılan bölümüne gittim, gördüğünüz gibi hâlâ tam akıllanmış değildim:

-Bunlardan istiyorum fakat evde çalışanından olsun!

Çocuk garip garip baktı; “Yanına bir de doğru akım veren akü almanız gerekir; niçin herkes gibi sıradan bir radyo almıyorsunuz” diye güyâ aklınca yılların radyo tamircisi çırağına yol göstermeye kalkıştıysa da üstünde durmadım. Bazı esnaf dükkânlarında “arabadan çıkma” oto radyolarını tahta kasaya yerleştirip arslan gibi kullananları görmüştüm. Aslında fena fikir değildi; tahta kasasını ben yapabilirdim pekâlâ; dalgalı akımı doğru akıma çeviren bir aparat ilave ederdim arka kısmına. Pahalıya çıkardı ama mümkün görünüyordu. Peki onca düzeneği bir odadan ötekine götürmek gerekse n’aapacaktım? Seyreyle rezilliği...

Bu yaştan sonra üretim sektörüne girip tam arzuladığım gibi şık, kaliteli, kolay kullanılır bir radyo imâl etmeyi de düşünmedim değil; ne var ki satılmayacağından adım gibi eminim. Üreticiler yapamadıkları için değil, müşteri bulamadıkları için sıvanmıyorlar eli yüzü düzgün radyo imâline...

Buradan beyaz eşya üreten yerli firmalara açık senet yolluyorum: Yapın gönlümdeki gibi bir radyo; en azından bir tane almaya söz veriyorum!

Geriye kalıyor üç nalla bir at!


Kaynak (Arşiv)