‘Pozitif milliyetçilik’ nedir; nasıl yapılır?
Milliyetçiliğin ilk basamağı, ‘Millet’ diye bir topluluğun varlığını kabul etmektir. Bu bir aksiyom, yani ‘müteârife’. Sözlük, aksiyom için şöyle diyor: Doğruluğu mantıken kabul edildiği halde, doğruluğu veya yanlışlığı ispatlanamayan hükümler. Meselâ, ‘Bütün, parçadan büyüktür’ veya ‘Bir şey kendisinin aynıdır’ gibi.
Millet kavramının hikâyesi biraz çetrefil. İslâm kültürüne göre, ‘Bir dine veya mezhebe mensup olanlar’. Bu tarif dini esas alıyor ve günümüzdeki karşılığından çok uzaklarda. Batı dillerinde bu kavram ‘Nation’ olarak geçiyor, ‘millî olan’ ise ‘National’.
İşte nation, national gibi kavramlar Batı’da özellikle 18. yüzyıldan itibaren yeni bir sosyolojik olgu halinde revaç görmeye başladığında Türkler, kavramın karşılığı olarak ‘Millet’i tercih ettiler. Bilindiği kadarıyla bu icadın beratı Nâmık Kemal merhuma aittir. Nâmık Kemal, sadece millet’i değil, ‘Vatan, hürriyet, istiklâl’ gibi Türkçe’de farklı karşılıklarıyla bilinen kelimeleri de teklif etmiş ve ortak kabul görmüştü.
Bu izahtan anlaşılır ki, millet, yeni bir olgudur, ezelî değildir; milliyetçilik de öyle. Modern zamanlara aittir.
Bu izah faslını kısa tutuyorum çünkü zaten meraklısının mâlumu olan şeyler. Şimdi esas meseleye dönelim. Batı dillerindeki karşılığı ile Türkler bir nation, yani millet teşkil ediyorlar mı?
Millet miyiz; emin değilim!
Bu soru, bazı milliyetçi dostların nazarında abesle iştigaldir ve lüzumsuzdur; ‘Kedinin dört bacağı olduğunu biliyor muydunuz?’ cinsinden bir tuhaflık. Öyle ki, ‘Türkler millet midir’ diye bütün nüfusu kaplayan genel bir anket yapılsa ezici çoğunlukla ‘vardır bittabii’ sonucuyla karşılaşırız.
Ben bu soruya ne yazık ki kestirmeden ve kesinlikle ‘evet cevabı vermekte acele etmeyenlerdenim. Yukarda işaret ettim, bana göre millet bir mütearifedir, bir aksiyomdur; varlığı gibi yokluğu da kolay kolay ispatlanamaz. Ortak kabul meselesidir. Zaten namdar Türk milliyetçilerinden rahmetli âlim Sadri Maksudi Arsal’ın ünlü eseri de bu tereddüdün izini taşır: Milliyet Duygusunun Sosyolojik Esasları. Bir duygu… Meselâ ‘aile’ kavramının tarifi millete göre daha kolay ve elle tutulur sonuçlar verir; millet için aynı şeyi söylemek kolay değil
Benim cevabım net olarak şöyle: Vallahi pek emin değilim. Ara sıra inandığım, “Evet evet, biz elbette bir milletiz; bizi rezonans haline getiren, aynı tonda titreştiren tınılar var” dediğim de oluyor ama…
Türklerin en ziyade bir araya geldiği an ve tını, bana göre güzel bir türkünün uyandırdığı estetik coşkunluk halidir ve örneğini birazdan vereceğim. Oysaki, bediî vecd hallerinden ziyade biz Türkler, yüksek insani ve evrensel değerlerde buluşabilmeliydik. O bakımdan bir eksiklik, olmamışlık hali hissediyorum.
Çıkarın kâğıtları, test var
Aşağıda yer alan A paragrafındaki hükümlere teker teker veya daha güzeli toptan “Evet öyledir; nitekim kalıbımı basarım” diyorsanız, evet sizin için millet diye bir topluluk vardır: A-Türkler hakperest bir millettir; yalandan, riyâdan nefret ederler. Düzgün ticaret yaparlar. Kantarı âdil tutarlar. Çalışkanlardır. Verdikleri sözde sebat ederler. Diğerkâm bir topluluk teşkil ederler. Hürriyet duygusuna fıtrî bir yönelişle doğuştan vurgun ve tutkunlardır. Menfaatlerini zedelese bile adaletin zedelenmesine tahammül etmezler. Hayırlı işlerde kolayca bir araya gelirler; şerden topluca uzaklaşırlar.
Benim ihtirâzî kaydım şöyle: Evet, Türkler içinde bu vasıfları taşıyan insanlar elbette vardır ama bu iyimserliği umuma teşmil edemiyorum; hatta o güzel insanları ‘vahim bir azlık’ olarak niteliyorum ki bu dahi, niçin tereddüd ettiğimi izah eder.
Cümleleri şöyle kursaydım işimiz daha kolaydı ama:
B-Türkler ülkelerini çok severler. Dindar bir topluluktur. Kendilerinin diğer topluluklardan (millet) üstün olduğunu hissetmekten büyük zevk duyarlar. Sevdiklerini tam sever, nefretlerinde de samimiyet gösterirler ve en nihayet “şanlı bir tarihe sahiplerdir”.
Türkiye’de kendini milliyetçi sayıp, millet olgusunun varlığını kabul edenlerin B paragrafına evet dediklerini varsayıyorum; benim kriterim ise A şıkkındaki değer yargılarının daha anlamlı, kapsamlı ve evrensel olduğu yolunda. Değerlendirmem böyle ve katılmak zorunda değilsiniz elbette; herkes kendi değerlendirmesini yapmakta serbest.
Doğa için çal
Gelelim, “A, galiba biz zaman zaman bir millet olmayı başarabiliyoruz!” duygusuna kapıldığım anların açıklamasına. Bana göre bizim ara sıra millet oluşumuz müzik sanatında tecelli ediyor; hasseten türkülerde. Örneği verince, hissiyatımı daha doğru anlatabileceğim herhalde.
‘Doğa için çal’ serisinden yayınlanan şu türkü kliplerinden birini olsun seyretmedinizse, sizden ricam hemen en yakındaki bilgisayara erişip birini, daha iyisi hepsini izlemenizdir; zaten hepsi hepsi 7 tane türkü klibi yayınlandı.
Çevreyle ilgili endişelerini aktiviteye dönüştürmeye karar veren bazı idealistler, bu hususta bir hassasiyet uyandırmak için ‘bediî’ bir anlatım tarzı bulmuşlar.
Önce bir türkü tespit ediliyor. Türkünün girişinde çalınan ‘intro’ faslı başta olmak üzere bütün müzik cümleleri, ara nağmeleri, terennümleri, nakaratları, belli ki düzenleme konusunda uzman biri tarafından parçalara ayrılıyor. Bazen iki saniyeyi bile bulmayacak kadar kısalabilen her bir parça için, ayrı bir müzisyen, ayrı bir mekânda, kendisine ayrılan kısmı icrâ ediyor; bazen sesiyle, enstrümanıyla veya vokaliyle.
Türkü sadece bağlamayla çalınır diye bir kural yok. Düzenlemenin güzelliği ve toplayıcılığı da burada işte. Bakıyorsunuz bir opera sanatçısı kendi repliğini kendi tarzıyla seslendirmiş. Onun ardından heavy metal tarzında gitar çalan bir başka müzisyen, ardından Rock’çı kendine mahsus alâmet-i farîka kostümü ve tarzıyla türküye bir başka nüans ilave ediyor. Türkü kliplerinde hiyerarşi yok: Ünlü ve kendini çoktan ispatlamış sanatçılar da elini taşın koyuyor, konservatuar öğrencileri, müzik amatörleri de. Kontrbasla cura bağlama, garmonla tar, piyanoyla kemençe, bas gitarla kanun, viyolenselle klanrnet, darbukayla timbal, cümbüşle akordeon, udla kaval yan yana, yanak yanağa, sıra kavgasını akla bile getirmeksizin bir güzel âhenk ediyorlar ve ortaya muhteşem bir şey çıkıyor.
Hayır, sadece ‘Divane âşık gibi’, ‘Uzun ince bir yoldayım’, ‘Gesi Bağları’, ‘Bitlis’te beş minare’, ‘Çayelinden öteye’ gibi bir türkü değil, onlardan daha fazlası, hepsinden daha değerli bir şey.
Diyorum ki o zaman, “Evet, millet böyle bir şey olmalı ve evet, biz hiç değilse şu türkü kliplerine emek veren insanların gösterdiği gibi ara sıra bir millet olmayı başarabiliyoruz.” Bu âhenkte Türkiye’nin bütün birikimi, bütün renkleriyle işbirliği içinde, birbirine üstünlük taslamaksızın ve sadece işlerini iyi yaparak bize şu gerçeği hatırlatıyorlar: Bir klipte bütün renklerin, tarzların, etnik toplulukların, kavrayışların, yorumların, inançların, farklı kanaatlerin aynı frekansta titreşmesiyle kalbimiz estetik bir vecd ile coşabiliyorsa, başka alanlarda da aynı yüksekliğe erişmemiz pekâlâ mümkündür. Küçük de olsa bir ümit, minicik de olsa bir iyimserlik kaynağı…
Türkü veritabanı
Aynı klip çalışması, meselâ klasik müziğimizin birbirinden değerli eserleriyle de yapılabilirdi şüphesiz ama bu kadar ortaklaşa haz uyandırması mümkün olmayabilirdi. Türküler bizim ortaklaşa veritabanımız gibi bir şey. Eğer Türkler bir millet olmayı murad ediyorsa, yola koyulurken en büyük müştereği türkülerde aramak gerekiyor.
Türkü ama yetmez; türküden daha fazlası! Bahsettiğim kliplerde olduğu gibi aslî niteliğini kaybetmeden düzenlenmesi, işlenmesi, renklendirilmesi, üzerine emek verilmesi ve çokça da sevgi ilave edilmesi lâzım. Emek ve sevgi önemli. Yeterince sevgi ve emek vermeksizin, sadece millî değerlerin üzerine abanarak yapılan milliyetçiliklerin toplumları birleştirmek yerine nasıl böldüğünü en canlı (ve maalesef kanlı) örnekleriyle yaşadık, gördük. Bu değerleri molozundan ayrıştırmak, rafine edip saflaştırmak ve ancak ondan sonradır ki yüksek değer ifade eden başka terkiplere ulaşmak gerek.
Hezar tebrik
‘Doğa için çal’ projesine emek veren her müzisyeni gönülden tebrik ediyorum. Onlar bize çok değerli bir örnek proje sunuyor ve ‘pozitif milliyetçilik nasıl yapılır?’ dersinden küçümsenemez bir misâl gösteriyorlar. Hezar âferin! Nâdir de olsa, hâlâ güzel şeyler de olabiliyor ülkemde!