"Pozitif" cevap bekleyen sorular

Faiz geliriyle geçinen sektör hariç Türkiye iktisadi bakımdan küçülüyormuş: "Günaydın!" desek anlarlar mı; başka yoruma hacet var mı?

İktisadın kendisine mahsus doğruları ve yanlışları var. Türkiye'de başlıca görevleri para politikasında, mali işlerde ve iktisat yönetiminde yanlış yapmamak ve doğruları tatbik etmekten ibaret hayli kalabalık bir bürokratteknokrat memur sınıfı var; onlarca iktisat fakültesinde, enstitülerde her yıl "iktisat ilminin doğruları"nı esas alan dersler okutuluyor, tezler yazılıyor. Bu eğitimi başarıyla bitirenler para ve maliye bürokrasisine ehliyet imtihanlarından geçirilerek istihdam ediliyor. Buna ilaveten çeşitli seviyelerde yurt dışında iktisat ve maliye eğitimi görmüş nitelikli elemanlardan da istifade edebiliyoruz. Eğer ilim "en hakiki mürşit" ise, bu vecizenin lazımelerine asgari seviyede itaat edildiğini söyleyebiliriz; ama bunca yeterli alt yapıya rağmen memleketin iktisadi vaziyeti içler acısı, neresinden tutsanız dökülüyor.

Oysaki herhangi bir iktisat fakültesinden on gün önce mezun olmuş bir lisans talebesine sorsanız, Türkiye'nin iktisadi politikasında neyin yanlış olduğunu, doğru siyasetin nasıl uygulanması gerektiğini bir solukta sıralayabilir.

İlim doğru yolu ayanbeyan gösterdiği halde ilmi doğrulara itaat etmek yerine niçin devletin hesabını "oğlan yer oyuna gider / çoban yer koyuna gider" seviyesinde acıklı ve ümitsiz hallere düşürmekten vazgeçmiyoruz?

İktisadi rasyonalitenin kaybedildiği bir zihin ikliminde, meşrebi ne olursa olsun ideolojik yönlendirmenin laftan ibaret kalacağını kestiremiyor muyuz?

Her devletin varoluş sebebini izah eden bir ideolojik diskura sahip olması gerektiği malum; ama resmi ideolojinin ve devletin ayakta durabilmesi için evvelen iktisadi durumun mazbut olması gerektiği aşikar değil mi?

Batık bir hazine, neredeyse üçte bir oranında açık bir bütçe ile Türkiye'yi nereye götürebilirsiniz? İktisadi meselelerde bile ilmin söylediklerine kulak asmayan bir tutum yarınını nasıl görebilir? Bu iktisat politikasının amiyane karşılığı "günü kurtarmak"tan ibaret; bütün enerjilerini günü kurtarmak üzerine yoğunlaştıranlar, yarının getireceği sürprizlere karşı dayanıksız ve savunmasız kaldıklarını peşinen kabullenmiş olmuyorlar mı?

Hayret: İlgili kurullar niçin bir genelge ile iktisadi vaziyeti düzeltmeyi başaramıyorlar? Türkiye'de "emir demiri keser" sözü, hiç bugünkü kadar cari olmamıştı; öyleyse niçin bir emirle bütçe açıkları kapatılmıyor, niçin bir başka emirle istihdam yaratılamıyor?

Kişi başına düşen GSMH, niçin okkalı bir kararname ile bir hamlede ikiüç katına çıkarılmıyor?

Niçin birkaç namuslu ve yürekli bürokrat çıkıp da iki satır "rapor"la kamu düzenimizin canına okuyan iktisadi çürümenin gerçek müsebbiblerini açığa vurmuyor; niçin medyamızın fedakar ve yurtsever "düğmeci" editörleri bu raporları "şöyle veya böyle" yollardan ele geçirip, iktisadi şer odaklarının canına okumuyorlar?

İktisadi başarısızlıktan geçtik, iktisadi çürüme ve artık müesseseleşmeye ve devleti içten kemirmeye başlayan yolsuzluk ve suiistimaller niçin tehdit konsepti içinde tadad edilmiyor?

Sebebi açık!

Çünkü iktisadi başarısızlıklar, rejimimize alenen meydan okuyan birer ideolojik tehdit ve sapma teşkil etmiyorlar; borç bulduğumuz zaman meseleyi o gün için çözülmüş, günü kurtarılmış kabul edebiliyoruz. Borç bulabildiğimiz süre zarfında iktisadı bir "ilim" mevzuu olarak görmemekte mazuruz. Bugün savurduklarımızı gelecek nesillere ödetmeyi başarabildiğimiz oranda iktisadın kendine mahsus doğruları ve yanlışları bizi ilgilendirmiyor.

Doğrusunu söylemek lazımsa aslında "ilim" filan da ilgilendirmiyor bizi; ilim ancak okullarda, üniversitelerde boş zamanları değerlendirme unsuru olarak işe yarayan bir nesne.

Atatürk Cumhuriyet'i müspet (yani pozitif) ilimler temeli üzerine bina etmişti; 76. yılda vasıl olduğumuz kamu zihniyeti artık XX. yüzyıl başlarındaki anlamıyla "pozitivist" bile değildir.


Kaynak (Arşiv)