Politik görgüsüzlük ve iyimserlik
Seçim sonuçları, Türkiye’nin kanaat öbeklerini ve aralarındaki fay hatlarını da üç aşağı beş yukarı gösteriyor. Ana kitle muhafazakâr, dinî değerlere saygılı ve iktisadî büyümenin herhangi bir sebeple kesintiye uğramasını istemeyen, gelişmeci bir yapı gösteriyor ve Meclis’te iki partiyle temsil ediliyor.
İkinci sırada kendini laik, ulusalcı, Atatürkçü diye tanıtan bir kitle var; bu kitle, sebebi ciddi olsun veya olmasın endişe içinde; hayat tarzının ve siyasi yapının risk altında olduğunu düşünüyor, eğer sahip çıkılmazsa kazanılan bütün mesafelerin kaybedileceğinden korkuyor. Bu kitleyi Meclis’te ana muhalefet partisi temsil ediyor. BDP ile temsil edilen topluluk devletle kavgalı, sisteme küskün ve devlet tarafından bilinçli bir şekilde tâcize uğratıldığını düşünüyor; bu kitlenin dünya görüşü hızlı değişim içinde. Bir kuşak önce, Türkiye’nin en mazbut ve dindar kitlesini temsil eden BDP çizgisindeki Kürtler, PKK’nın kılavuzluğunda dine dayalı dünya görüşünden yavaş yavaş sıyrılarak laikçi çizgiye kayıyorlar.
Ulusalcılarla BDP yanlılarının bir ortak noktası var; ikisi de ulusalcı. Ulusalcılık artık siyaset sözlüğümüzde yerine oturmaya başladı: Dine karşı mesafeli, laikçi milliyetçilik. Millî semboller her iki topluluk tarafından çok önemseniyor, her fırsatta yükseltiliyor ve kutsanıyor. Sahil yerleşimlerinde Ulusalcılık, balkonlara ve pencerelere asılan Atatürk’lü bayraklarla diri tutuluyor, otomobillerin arkasına yapıştırılan Atatürk imzası da artık bir parti amblemi gibi siyasi bir alâmet hâline geldi. BDP’liler ise üç renkli parti bayrağını millî sembol ittihaz ederek yüceltiyor.
Bu durumdan sızlanma mânâsı çıkarmak yerine, aksine, bu durumu tabii karşılıyorum. Büyük toplumsal damarların kendini ifade etmesi dünyanın her yerinde tabii karşılanır ve zaten ezelî bir karakter taşıyorlar. Sözün gelişi Laikçilik çizgisindeki Ulusalcılığın Osmanlı gündelik hayatında kökleri vardır ve sandığımız gibi Osmanlılar yüzde 99’u abdestinde namazında dindar bir kitle değildi. Çoğunluk baskısı altında kalmasına rağmen daima güçlü kalabilmiş heteredoks dinî toplulukların kendini ifadede bugün bile zorluk çekmesi sebepsiz değildir. Kaldı ki büyük şehirlerin kozmopolit ortamı içinde hayat tarzının gereklerini aile mahremiyetinin sınırlarına kadar geri çekerek kanaatlerini koruyan şehirli bir zümre de vardı ve bu zümre, yapısı gereği daima siyasi iktidara yakın durmayı tercih ediyordu. Laikçilerin endişesi biraz da bu sebeple izah edilebilir çünkü siyasi iktidarın uzağında kalmaktan ve yakınlaşamamaktan muzdaripler. Muhafazakâr-dindar kitle, merkezden uzak kalıp örselendiği bir dönemden sonra iktidara hayli yakınlaştı ama yer yer doku uyuşmazlığı yaşanıyor.
Bunlar anlaşılabilir olgular ve bu olgulara bakıp kederlenmek gerekmiyor ama yapılması ve dikkat edilmesi gereken noktalar var. İlk olarak bütün toplum öbeklerinin üzerinde uzlaşacağı bir ortak platforma dayalı ortak değerler belirlenmeli; tam tamına anayasadan ve onun uzantısı hukuk devletinden, demokratik haklardan bahsediyoruz. Güçlü veya zayıf durumda olması fark etmiyor, kendi hayat görüşünü diğer topluluklara dayatmak doğru değil. Toplumsal fay hatları arasında görülen sürtüşmelerin bana göre ilk sebebi siyasi görgüsüzlük veya biz buna demokrasi kültürünün eksikliği de diyebiliriz. Kısaca şunu anlatmak istiyorum: Seçim kazanarak iktidara yakınlaştığını düşünen kitlelerin yandaş dayanışmasına güvenerek diğer toplumsal blokları incitmesi, en azından görgüsüzlükten başka nedir? Kezâ, Türkiye’nin tek partili yıllarından kalma genetik bir alışkanlıkla bürokrasideki menfaatlerini kaybetmemek için taraftar dayanışmasına girmek de başka bir politik görgüsüzlük şeklidir.
Muhafazakâr-Laikçi gerilimi bana göre uzun ömürlü değil; tabii özellikle kışkırtılmadığı takdirde. Muhafazakâr kesimde tüketim alışkanlıklarının istikamet ve gidişatına dikkat edilirse görülür ki- orta sınıf menfaatlerinin kaybedilmemesi için ortak politik değerlere yaslanmaktan başka çare yoktur, bu değerlerin odak noktasında “Başka hayatlara ve tercihlere saygı” duruyor. Ulusalcılar, konjonktür gereği her gelişmeden işkillenmek yerine olup biteni daha sâkin değerlendirebilseler mutlaka rahatlayacaklar.
Geleceğini BDP’de gören Kürtlerin ana kitleye eklemlenmesini, siyasi ve iktisadi istikrarın devamında arayabiliriz. Siyasi istikrarın zemini, bütün kesimlerin gayret ve iyi niyetini yansıtan, radikal eğilimleri törpüleyen ve toplumsal mutabakatı pekiştiren yeni bir anayasa olacak.
Ben iyimserim; size de tavsiye ediyorum.