Polis çorbacı, siyasetçi hırsız, vekil budala; peki vatandaş?

Eğer şu sahne size, en edepsiz ve endâzesiz mizah çizerlerinin aklına gelmeyecek kadar çılgın ve müstehcen görünmüyorsa, en yakın yetkili servise uğrayıp, "Bende bir duygu bozukluğu varmış, bir bakıversene usta!" diyerek muayene olmanızda fayda var.

Trafik polisi -o bayıldığım yerli tâbirle- "çevirme" yapmış, vatandaşa ceza kesmek üzere. "Vatandaş", kimbilir hangi tatsız tecrübenin zihninde bıraktığı tortunun tesiriyle polise rüşvet teklif ediyor, polis reddedince "vatandaş"ın şuuru bozuluyor,

-Niye almıyorsun; hıı, anladıım, cemaatçisin de ondan!

Arka sıradan el kaldırıp "Ne var ki bunda; ben de anlamadım, noolacak?" diye vıdı vıdı yapan beyefendinin hakkı var; ahlâk o kadar tefessüh etti ki azizim, herifler rüşvet bile almıyorlar; güyâ harammış. Sen onu benim pabucuma anlat. Biz bilmez miyiz sizin gibi namuslu görünüp tahtelbahir gibi suyun dibinden giderek malı götürenleri!..

Efendim, çok affedersiniz, bazı hususlarda argoya bulaşmadan yazmanın tadı-tuzu kalmıyor; affınıza mağrûren devam ediyorum: Bugün gazetesi'nden Bilal Şahin'in Ramazaniyelik haberine göre gündüz gözüyle içkili araç kullanan bir sürücümüzün, polisten istirhamı şudur:

-Abi, işlemleri biraz çabuk yapsanız mümkün mü; iftara yetişeceğim de! Yine anlamadınız değil mi Tankut Bey, şöyle söyleyim, "Orucumu rakıyla açabilir miyim?" sualini havsalasında gezdirmeyip de ekran imamlarının kucağına teslim eden bu insanları sevmez de ne yaparım ben?

-Eveeet, iftarda bulunmak, oruç tutmak kadar evlâdır evlâdım; iftardan önce ağzını güzelce çalkalamayı unutma ama; hattâ bir tutam maydanoz çiğnemek, az şekerli kahve içmek de iyi gelir diyorlar; böylece sâlim ve nisbeten ayık bir kafayla iftarını yapabilirsin; öteki soruyu alayım bi zahmet!..

Eh, bizim polisimiz çorbacı, tapucumuz rüşvetçi, siyasetçimiz hırsız, vekilimiz anadan doğma budaladır da tırnak içinde "Vatandaş"ımız öyle bir hulk-i hasen, öyle bir ahlâk-ı hamîde âbidesi, bir ne bileyim öyle bir fâzıl-ı muhteremdir ki... Diyordum da bakınız aklıma ne geldi: Tarih, Ramazan'dan birkaç gün önce. Meclis'te grubu bulunan partilerden birinin vekili, otomobiliyle şehirlerarası yol kenarındaki alışveriş tesislerinden birine giriyor; yolda atıştırmak için kuruyemiş, bisküvi vs. cinsinden şeyler almak niyetinde.

Dükkânda kimse yok. Bir tezgâhtar, bir de vekil. Vekil selamdan sonra ne istediğini söylüyor, tezgâhtar siparişi hazırlıyor, tam işlem bitmek üzereyken içeri bir "vatandaş" daha giriyor. Tezgâhtar, yeni müşteriyi de güleryüzle karşılıyor, hoşgeldiniz diyor. "Sizinle biraz sonra ilgileneceğim" mânâsına gelsin diye, "Sayın vekilimin siparişi bitmek üzere; biraz sonra size hizmet edeceğim" diye şirinlik yapıyor.

Durumu netleştirelim; vekil, selâm haricinde kendisini tanıtmış, vekil olduğunu belirtmiş değil; niçin belirtsin ki, elli gram leblebi, elli gram İzmir üzümü alıp çıkacak. Öyleyse tezgâhtar niçin vekil olduğundan söz etmektedir? Basit; vekili tanımış ve kendince nazik bir kompliman yapmak istemiştir. Yeni müşteri somurtkan bir eda ile burnunu tavana dikiyor ve diyor ki,

-Ne yapayım vekilse birader, vekilin bizden kuyruğu mu fazla, kulağı mı?

Aynen, cevap bu... Vekil diyor ki, "Serde Allah korkusu, sorumluluk, ne derler endişesi olmasa adamı yatırıp zevkle pataklayabilirdim ama sustum. Sadece 'Kuyruğunuzu bilemem, ancak kulağınızın uzunluğu hakkında yorum yapamayacağım' demekle yetindim, paketimi alıp alelacele savuştum."

Birisi çıkıp bana, naklettiğim hadisenin hayal ürünü olduğunu, bizde böyle düşünen ve söyleyen kimselerin çıkmayacağını söyleyebilir mi? Hepimiz biliriz ki böyleleri de vardır ve büyük ihtimalle işleri düştüğünde bir vekile (polise, memura, yetkiliye) yaklaşmak için aslında gerekmediği halde onurunu kanırtırcasına tabasbus göstermiş karakterlerdir.


Kaynak (Arşiv)