Piyesi değil de, dekoru seyredince
Geçenlerde Hıfzı Topuz'un "Eski Dostlar" isimli hatıra kitabını okudum. Hatırat türü eserlere kitaplığımda ayrı bir yer tahsis edeli beri, boş zamanlarda hatıra okumak bende gündelik bir rutine dönüştü.
Topuz'un kitabı yayınlanalı 6 sene olmuş; ilk çıktığında Çetin Altan'la Melih Cevdet Anday'ın Paris'te yaka-paça kavga ettiklerini hikaye eden faslıyla dedikodu düşkünlerinin hayli dikkatini çekmişti.
Benim dikkatimi çeken şey, yazarın dostları, yaşadığı çevre, arkadaşları, tanıdıkları, gündelik alışkanlıkları, kısaca hayat tarzı oldu; bu tarz elbette bir zamandan sonra hayat felsefesine de dönüşmüş olmalıdır. Meselâ hangi eski dostundan bahsetse, mutlaka o kişinin ailesi, akrabaları, dostları hakkında geniş bir liste ilave ediyor yazar. Bahsettiği kişiler edebiyat, basın, siyaset ve sanat dünyasının adına sık tesadüf edilen isimleri; çoğunluğu İstanbullu; Ankaralılar da vaktiyle İstanbul'la ilişiği olan kimseler. Kitabın belki sekiz-on yerinde (zevkle) tekrarlanan bu isim listelerini kabaca gözden geçirince fark ediyorsunuz ki, çoğunluğu itibariyle Osmanlı devrinden müdevver olmakla birlikte Cumhuriyet rejiminin köşe taşlarına yerleşmiş, önemli roller ve görevler üstlenmiş; basın, siyaset, iş dünyası, sanat, edebiyat gibi vâdilerde tayin edici mevkiler edinmiş insanlar.
Ortak özellikleri, devrin şartlarına göre çok iyi okullarda eğitim görmüş, daha sonraları bir şekilde Avrupa'da bulunmuş, orada hayli zaman kalmış, dönüşlerinde devlet bürokrasisinde kolayca yer bulabilmeleri ve nedense aynı dünya görüşüne mensup bulunmalarıdır. Yazarın ifadelerinden anlıyoruz ki, bu muhitte gericiliğe, mutaassıplığa karşı ortak bir tutum geliştirilmiştir; kitapta bazı dostlarını nitelemek için Hıfzı Topuz'un "iyi içerdi" tabirine hayli yer vermesi manzarayı az-çok tamamlıyor.
Kitapta kendisine bir fasıl ayrılan Necip Fazıl'dan bahsederken yazar, iğneleyici, hatta galiz ifadeler tercih etmiş; ama sevdiği dostların tutarsızlığından bahsederken daha yumuşak bir dil kullanıyor.
Yazarın takdir hakkıdır; bunları eleştirmek aklımdan bile geçmez; tam aksine samimi ve rahat bir üslupla içinden geçenleri kaleme alarak bize devrin (tam olarak 40 ilâ 90'lı yıllar arası) güzel bir panoramasını sunduğu için övgüyü bile hak ediyor; bu panorama benim için arkaplan bilgisi itibariyle değerlidir; filmi değil de dekorları seyretmek gibi bir şey. Bu dekorda Cumhuriyet tarihini anlamak, bazı kavramları yerli yerine oturtmak için çok değerli malzeme var. Meselâ Sayın Topuz'un dünya görüşünü benimsemeyen kişiler hakkında kullandığı "tutucu" kavramının, en genel manasıyla sağ seçmen olmak üzere nüfusun yarısından fazlasını kapladığını fark edince irkilmekten kendinizi alamıyorsunuz. Daha sonra merkezi bürokrasinin 50'li yılların ortalarından başlayarak "tutucu"ları siyasette, iş dünyasında, bürokraside, sanat ve edebiyatta ne kadar eğretilediğini, dışladığını, bir türlü kabullenmediğini hatırlıyor ve anlıyorsunuz ki temel mesele gücün kimler tarafından kontrol ve tasarruf edilmesi üzerinde yoğunlaşmaktadır. "Tutucu" kesimin "güç"e dokunması, yaklaşması, onu tasarruf etmeye kalkışması bir zümrenin çıkarlarını fena halde tehlikeye sokmaktadır. Beyaz Türk'le "Karabudun"un ayrıştığı yer. Karabudun içinden çıkıp beyaz Türklerin yaşadığı alanlara ilişmek isteyen her karabudun sâkini, ya beyaz Türklerin destek ve sempatisini kazanacak veya onların değerler bütününü baştan benimseyerek o muhite hulûl etmeye çalışacaktır.
İktidara gelmekle muktedir olmak farklı şeyler; kitabın arkaplan bilgisinden bir kere daha öğrenebilecek nükte budur işte. Anlıyorsunuz ki Türkiye'de fikirler, ideolojiler, partiler değil, hayat tarzları tokuşturulmaktadır ve espri muvacehesinde "gerici ve tutucu tehdit" Türkiye'nin gündeminden asla düşmeyecektir.