Pirus zaferi olmasın!

Hükümet ile Hizmet arasındaki soğukluk, pek telaffuz edilmese de tatsız ama memleketin en mühim meselesini de teşkil etmiyor. İlişkiler daha da soğuyabilir veya ılımanlaşabilir; düşündüklerimin bu hadise ile hiçbir ilgisi yok fakat nedense bu iletişim özürlü dönemeçte yazılanlar hep başka türlü değerlendiriliyor ve yerini bulmuyor.

Önümüzdeki yıl yapılacak kritik seçimlerin telâş ve heyecanıyla hükümet alışıldık temkin ve basiretinden uzaklaşmış bir görüntü veriyor. Doğrudur, önümüzde her zaman rastlanmayan türden sıcak gündem maddeleri var ama her hadiseyi yüksek tansiyonla göğüsleyerek yönetmenin de sınırları var.

Şu an itibariyle henüz muhtevasını bilmediğim demokratikleşme paketinin içindeki iyileştirmelerin PKK-BDP çizgisindeki siyasetçiler tarafından daha şimdiden yetersizlikle suçlanacağı yolunda bir tahmin söz konusu. PKK-BDP, Ortadoğu’nun kızışan gündeminden istifade ile gökteki yıldızları bile talep edecek derecede tatminsiz açıklamalarda bulunuyorlar. Paketin açıklanmasından sonra bir süredir tatlı esen barış havasının bozulacağı endişesi hepimizi düşündürüyor. Bu belirsizlik seçime gidecek bir hükümet için şüphesiz daha tedirgin edici bir durumdur.

Ortadoğu’nun, Suriye ve Mısır’daki temel hak ihlâllerinin iç kamuoyuna, sanki Türkiye’nin iç meselesiymiş gibi yansıması veya yansıtılması da hesaba katılması gereken bir faktör. Bir aydan beri Ortadoğu’da yaşanan üzücü hadiseler bir iç mesele haline geldi ve Suriye’de dış müdahale noktasına dayandı. Bu sıkıntıların çözümü için Türkiye’nin tek başına ortaya koyduğu prensip mücadelesi yeterli değil. Mısır konusundaki siyasetimizin sürdürülebilmesi için dünya kamuoyunun ve büyük aktörlerin katkısı şart fakat onlar için bizim avcumuzda yanan kestanenin harareti pekâlâ bekletilebilir bir şey gibi algılanıyor.

Sair iç meselelerin tafsilatını sıralamayı lüzumsuz sayıyorum; her zamanki sakin ve kararlı tutumunu takınan bir hükümetin üstesinden gelemeyeceği şeyler değil. En temel sıkıntımız çok garip bir şekilde, hükümetin her zamanki basiretli tutumundan uzaklaşarak gergin ve kutuplaştırıcı bir dili tercih etmesi ve adeta herkesi, “Kim benden yana, kim değil; dostumuzu-düşmanımızı bilelim” testinden geçmeye davet edici bir tavır takınması.

Bu nokta önemli, çok önemli; hükümet yönetimi asabîleştikçe problem çözebilme kabiliyeti azalıyor ve siyaset yapma aralığı daralıyor. Bu durum ise gitgide daha fazla özgüven kaybına yol açıyor ve siyasi tansiyon sertleşiyor. Bu kritik eşikte beklenen en son şey, hükümetin özgüven kaybına uğrayarak sert siyaset diline yönelmesi olabilirdi. Şimdi bu ihtimâlin adım adım gerçekleştiğini görmek çok üzücü.

Herkes elinden geldiği kadar yanlışın altını çizmeye, becerebildiği kadar doğruyu işaret etmeye çalışıyor. Bu iyi niyetli gayretlerin husûmet ibrazı sayılarak değersiz kabul edilmesi tenkid sahiplerini özel çerçevede büyük bir kayba uğratmaz fakat siyaset erbâbı için kötü sonuçlar doğurabilir.

Şahsi fikrim çok açık; bu kritik eşiğin sertlik yanlısı siyasetle aşılabileceğini hiç sanmıyorum; bu üslûpla aşılacak eşiğin geleceği yok. Önümüzdeki üç seçimi kazansa bile –ki hâlâ mümkündür- bu tarz-ı siyaset ile memleketi doğru yönetebilmek çok zor. Problem çözerken kırıp dökmeyen edâsından ötürü vaktiyle hükümeti destekleyenleri, şimdi ortamı kutuplaştırıp seçmenden ziyade müfrik taraftar haline dönüştürmek hiç iyi bir fikir değil.

Gezi olaylarının başlamasından bugüne bu tarz-ı siyasette bir değişiklik, bir yumuşama alâmeti belirmedi. Hükümeti destekleyenler, ondan gökteki yıldızları yere indirmesini beklemiyor; ülkenin selâmeti nâmına yüksek özgüvenli ve halîm siyaset edâsına yeniden dönülmesini talep ediyor sadece. Aylar öncesinden fark ettiğimiz üzere hükümeti, daha mâkul ve problem çözme ehliyetine sahip bir başka muhalefet partisiyle yarıştırıp sindirme imkânı ortadan kalktı; mâkul ihtimâller de bugün hükümet saflarındaki yerini aldılar. Muhalefet partilerinin ikisi birden ülke yönetecek duruş ve edâdan uzakta bir dille konuştukları için kendilerini alternatif iktidar adayı olmaktan ıskat ettiler âdeta. Görünen köyün kılavuza ihtiyacı yok; AK Parti yine seçim kazanacak ve bu seçim zaferinin bir “Pyrrhus Zaferi” olma ihtimâli bana çok yüksek görünüyor (Galibin mağluptan daha ziyade yıprandığı ve tükendiği zaferleri temsil eden bir benzetmedir).

Bu siyaset tarzını beğenmiyorum, fakat çoğumuz gibi ben de muhtemel bir seçimde büyük ihtimalle yine bu heyeti “kerhen” desteklemek durumundayım. Kerhen destek kısa vadede bir şeydir ama menzili yok. Merak ediyorum, yukarıda tarif etmeye çalıştığım halet-i ruhiye çok mu muğlak ve karmaşık görünüyor?


Kaynak (Arşiv)