Pijama dâvâsı
20’li yaşlarda, havada, karada, denizde önümüze kim gelirse ille de sıkı MHP propogandası yaparken moralimizi en çok Adalet Partililer bozardı. Evvelâ, “Yav gençler, milliyetçi olmanın üstünlüğü nedir; hepimiz milliyetçiyiz. Milliyetçiliği bir partiye mal ederseniz ilerde çok tatsızlık çıkar’ derler, ardından, ‘Devletin kendisinden çok devletçilik davası gütmek neyinize? Bizim bildiğimiz devlet, sizin gibileri kullanıp işini gördükten sonra vakti gelince leblebi gibi harcar’ diye bir kehanette bulunduktan sonra ilâve ederlerdi, “Yahu sizin daha altınızda pijamanız yok, rüzgâra karşı duruyorsunuz!”
Çok kızardık çok. Bu sağlam mantığa güç yetiremeyince, ‘N’oolacak şuursuz AP zihniyeti’ diye kahırlanır, savuşur giderdik.
Aradan geçen 40 sene ‘AP zihniyeti’ni haklı çıkardı. Milliyetçiliğin siyasette kullanılması yanlıştı; insanı hiçe sayarak körkütük devlet taraftarlığı yapmak, hakikate bakışımızı bozmuştu ve devletin kahhar cebir mekanizmaları karşısında hakikaten altta pijamamız bile yoktu.
O günlerde, ‘Vatanım, ha ekmeğini yemişim, ha uğruna kurşun’ edebiyatı pek modaydı. ‘Yüce dileğe doğru yayan’ da olsa giderdik ve normaldir ki, kanımız da canımız da vatana helâldi. Siyasetin, devleti kontrol edilebilir bir cihaz haline getirmek için yapılması gerektiğini çok sonra öğrendim ve tabiidir ki kanım o lâhzadan sonra sulanmaya, asâletini kaybetmeye başladı.
Türkiye’de siyaset, devlet ejderhasının (Leviathan yani) sırtına binip keyfini sürmek için yapılıyor; halbuki doğru siyaset, bir kaplan terbiyecisi gibi onu, kendisinden daha zayıf kişi ve kurumlara karşı kontrollü, nazik ve müşfik davranması için yönlendirmektir.
‘Ejderha’ya kim yaklaştıysa ehlileştirildi, kullanıldı, kursağına düştü ve posalaştırıldı. Bu acıları yaşayanlar, başlarına geleni sonradan ‘Devlet terbiyesi’ diye mûnisleştirdiler. ‘Derin abiler’ müstesnâdır; onlar, sırayla her kuşağın kanını içerek zombileştiler, ölmez otu yediler, yani ‘fenâ fi’d-Devle’ oldular.
Hangi kudsî maksada doğru yürüdüğünün önemi yok; ferdin acınası güçsüzlüğü karşısında cebir ve tahakkümünden emin olunabilecek yegâne devlet ‘demokratik’ olanıdır. Kontrol ve denge. Bugünlerin muktedir ve içine devlet kaçmış gibi konuşup duran İslâmcıları, ‘ejderha’ için bir öğünlük taze kandır. Yakın gelecekte yine ‘devlet’ eliyle çok kötü dayak yiyeceklerini tahmin ediyor ve elbette üzülüyorum; onlar için değil, memleketim, hepimiz için.
Konuyla hiç alâkası yok gibi görünecek size ama lütfen bir yerden # Tarih dergisi’nin Temmuz sayısındaki İspanya İç Savaşı’nın 80. yılına dair etraflı dosyayı okuyun. Sırayla Kralcıların, Cumhuriyetçilerin, Sosyalistlerin, Bolşeviklerin, Katoliklerin ve Faşistlerin o süreçte mağdur, rezil ve perişan olmalarından sonra geride sadece ‘İspanyol ejderhası’nın diliyle dudaklarındaki kanı yalayarak ayakta kalabildiğini göreceksiniz. İç savaşta yarım milyon İspanyol ölmüş; 400 bini ülkesini terketmiş; siyasi idamların sayısı 200 bin. Yüz bin tutuklu yıllarca zindanlarda çürümüş, ne gam? Kulaklara küpe olsun, Franco faşizmi 36 sene pâyidar oldu.
İç savaşların galibi yoktur; mağlubu bütün halktır. O ‘melhâme-i kübrâ’dan sadece ‘ejderha’ sağ çıkar ve hayatta kalabilen yaralı bilinçlere yeniden çobanlık eder.
Bakın, ‘derin abiler’den birkaçı -ne cesaret!- konuşmaya başladı. Mâkul şeyler söylüyor olmaları zulme karşı çıktıklarından değil, -maazallah- devrildikten sonra masada yeniden itibarlı bir yer bulabilme endişesinden.
Peki, demokrasi, en azından altta bir pijama edinebilme dâvâsı mıdır?