Pigou'nun düşündürdükleri
Evvela iktisat teorisiyle uğraşanlardan özür dilemem gerekiyor; iktisatla ve iktisat teorisiyle ilgim, lisans seviyesinden ibarettir ve aradan geçen yılları hesaba katınca bu bilgi seviyesinin haylice tazelenmesi gerektiği de aşikardır.
Kavram ve anlam hatası yaparsam amatörlük hevesime verilmelidir. Geçenlerde bir iktisatçı arkadaşla başörtüsü meselesini konuşuyorduk. Başörtüsü konusunda anlaşılmaz bir inat mevziini savunması yüzünden devletin "negatif toplamlı bir işlem"de ısrar ettiğini ileri sürünce dikkatim o yöne yoğunlaştı. Sordum: Negatif toplamlı işlem, alınan karar neticesinde sosyal maliyetin negatif bakiye vermesi anlamına geliyormuş; ve ilave etti, "iki işlem türü daha var: Sıfır toplamlı ve pozitif toplamlı işlemler". Ardından "Kamu, bir karar alırken, gerçekleşecek işlemin en azından sıfır veya pozitif toplamlı sonuç vermesine dikkat etmek zorundadır" diye ekledi. O karar neticesinde zarar görenlerin açacağı tazminat davaları, resmi muamelelerin para ve zaman kaybı yanında hasıl olan memnuniyetsizlik hissi de, o işlemin maliyetine ilave ediliyormuş. Aynen XX. yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıkan sanayi yatırımlarının çevre tahribine yol açması yüzünden ürün maliyetlerinin görünenden daha fazla çıkması gibi. Bu tezi ilk defa ortaya koyan iktisatçı Pigou'dur dedi.
Arthur Cecil Pigou, mal üretiminin "çevre" üzerindeki etkilerini ilk defa farkeden İngiliz iktisatçı. Günümüzde çevre kirliliğine sebep olanın, bu kirliliği ortadan kaldırma masraflarını karşılama zorunda olması prensibi ve zararlı maddeler için bir vergi alınması konusundaki tartışmalara mukabil Pigou, çevreye zarar veren kimselerin sübvansiyon (devlet desteği) ile bu zararlarını azaltması için teşvik edilmesini teklif etmişti. 1877 1959 yılları arasında yaşadı. Refah ekonomisi üzerine geliştirdiği tezlerle iktisat camiasının çok iyi tanıdığı bir şöhret. Refah anlayışını şöyle tarif ediyor: "Toplumun refahı bütün fertlerinin refah toplamına, bu da ayrı ayrı kişilerin toplam tatmin miktarına eşittir". Halbuki toplumcu iktisat toplum refahını ferdi gözardı ederek tasarlamak fikrini öne aldığı için işlem maliyetlerini artırmaktan kaçınamaz ve iktisat yönetimi, refahı yaygınlaştırmak için maliyetleri mümkün olduğunca aşağı çekmelidir.
Devlet: Negafif toplamlı işlem operatörü!
Peki, siyasi bir işlem veya eylemin de iktisadi açıdan bir maliyeti var mıdır? Meseleye Pigou'nun "sosyal maliyet özel maliyet" ayırımı çerçevesinden bakılınca idarenin her türlü eylem ve işleminin bir sosyal maliyeti olacağı açıktır: İnsanların yönetiminden emtianın (mal) yönetimine, Türkiye örneğine göre düşünürsek Siyasi Partiler Kanunu'ndan, Sebze hallerini tanzim eden yönetmeliklerine, sınıf geçme yönergelerinden, dernekler kanununun en alâkasız ayrıntılarına kadar hemen her idari kararın sosyal maliyeti vardır. Özellikle Türkiye gibi devlettoplum ilişkilerinin çok sıcak tartışma alanları teşkil ettiği bir ülkede idare, zaten kıt kaynaklarını toplum refahını ençoklaştırmak için bir mânâda "sosyal maliyet mühendisleri" istihdam etse yeridir; kamu kaynaklarının verimli kullanılmasında en azından pozitif toplamlı olmasa bile, sıfır toplamlı sonuçlar almak için bu incelik üzerinde hassasiyetle durulmasında fayda var.
Türkiye'de ekonomi yönetiminin sıfır toplamlı işlem gerçekleştirmek konusunda bile ne kadar başarısız olduğu malum; muazzam bütçe açıkları, kemikleşmiş enflasyonist politika, yedi göbek torunlarımızın bile ödemekle bitiremeyecekleri müthiş bir iç ve dış borç stokuyla, Türkiye'de ekonominin yönetildiğine inanmak artık imkansız hale geldi; günü kurtarmakta bile ne kadar beceriksiz kaldığımız son krizle tescillendi. İktisadi kriterler açısından açık bütçeyle veya enflasyonist para politikasıyla ülke yönetmek tamamen menfî olarak nitelendirilemez. Akılcı bir borçlanma ve kontrollü bir bütçe açığı politikasıyla pozitif maliyetli işlemlerin hâsılasını artırarak ülke kaynaklarını toplam refahı ve dolayısıyla halkın mutluluğunu sağlayacak yönde tasarruf etmek mümkün. Ne var ki bizde devlet aklı, hem ekonomiyi çok kötü yönetmesi, hem de mütemadiyen negatif toplamlı muamelelerdeki ısrarı ile adeta kendi zeminini oyuyor.
Pigou dengesi
Şimdi biraz geriye dönerek siyasi iktisatın gayesini inceleyelim; devletin iktisadi hayattaki rolünü tartışmıyoruz. Tartışmaya değer olan devletin iktisadi fonksiyon üstlenmemesi değil, üstlendiği görevi toplumun mutluluğu istikametinde kullanmasıdır. Peki, devletin, toplumu mutlu etmek gibi bir fonksiyonu var mı? Devlet toplumu dış ve iç düşmanlara karşı korur, egemenliği toplum adına kullanır, adelet dağıtır, asayişi temin eder; bu asli ve vazgeçilmez görevlerine ilaveten devletin toplumu mutlu etmesi de gerekiyor. Mutluluk, iktisat zihniyeti açısından devletin "pozitif toplamlı işlem"lerinin, diğer işlem türlerine göre çoğunluk sağlaması demektir ve esasen "welfare state" yani "refah devleti" kavramı bu anlamı da kapsıyor.
Refah ekonomisinin az bilinen boyutlarından birisi, "Pigou dengesi" her işlemde kollanmak ve takib edilmek suretiyle her bir ferdin mutluluğunu sağlamaktır. Bu da, idari kararların daima pozitif toplamlı işlemler yönünde yoğunlaştırılmasıyla mümkün olur.
Mutluluk neyimize?
Yönetmek, şüphesiz mutlu kılmayı, yönetilenlerin mutluluğunu hesaplamayı da ihtiva eder. Tek fertten bahsediyoruz, ferdiyetçilikten değil. Bu nokta henüz bizim idari geleneğimizin hayalhanesine girmiş değildir. Bir başka şekilde ifade edersek bizim idari geleneğimiz, yönetilenleri mutlu kılmak değil, kısaca ve sadece "yönetmek" fikri sâbitine yönelmiş bulunuyor. Bu gerçeği en yalın şekliyle, temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasını, bariz şekilde kamu menfaatlerinin arkasına koyan anayasa mantığında bulabiliriz.
Toplumla devleti uzlaştıran en temel belge niteliğindeki anayasaların kaleme alınması, nedense daima askeri yönetimlere tesadüf ediyorsa bunun çok dikkat çekici bir anlamı olduğunu kabul etmeliyiz. Buna paralel olarak hukuk mevzuatımız, bürokratik geleneklerimiz ve siyasi kültürümüz patrimonyal yönetim geleneğinin belli başlı bütün kurumlarını, "demokrasi"nin içinde, demokrasiye rağmen sürdürmeyi başarabildi. Bizim devletimiz vatandaşına güvenmez, şüpheyle bakar; ona haktan ziyade görev yüklemek eğilimindedir.
Demokrasinin son elli senede bu kadar kazaya uğramasının belki de en büyük sebebi devletin, kendisine daha az yönetilebilir alan kaldığı yolundaki vehmidir. Neticede yüzbinlerce insanı ve ailesini mutsuz etmek ve onları ait oldukları kamu bütünlüğünden soğutmak "negatif sonuçlu" bir işlemdir.
"Mutluluk ekonomisi"nin teorisi yapılabilir mi?
İşte başörtüsü yasağı konusu, ilk bakışta hiçbir iktisadi boyutu olmamasına rağmen, toplumun, daha doğrusu o toplumda yaşayan büyük bir topluluğun mutsuz olmasından ve devletin ideolojik kararlılığını dayatmasından başka görünürde hiçbir pozitif netice sağlamadı. Başörtüsü yasağı şu anda bütün eğitim kurumlarında ve resmi dairelerde büyük bir hassasiyetle uygulanıyor ama bir avuç devlet eliti dışında kimseyi mutlu etmiyor. Türk toplumunda "başını örtmeyen" hanımlar da büyük çoğunluk teşkil ediyorlar ve başörtüsü yasağının uygulanmasından ötürü görünürde hiçbir maddi ve manevi kazanç veya mutluluk sağlamış değiller. Bu yasak müsbet veya menfi cihetten kimseyi mutlu etmedi. Buna mukabil son yolsuzluk operasyonları ile gördüğümüz manzara, "mutluluk ekonomisi" açısından fecidir. Kötü niyetli birkaç banka sahibinin, bürokratın, medya patronunun veya işadamının çıkar sağlamasını görmezden gelmek uğruna ülke kaynaklarının insafsızca israf edilmesi, devletin "refah devleti" kavrayışından ne kadar uzak ve habersiz olduğunu ortaya koyuyor. Yolsuzluğu neredeyse gelenek haline getiren idari ihmaller, neticede toplam nüfusun neredeyse tamamını mutsuz etti ve yoksullaştırdı.
Pigou'nun, Endüstriyel Barış isimli eserini kaleme alırken (1905) bizim askersivil aydınların meşruti yönetim tarzını geri getirmek için komplo üstüne komplo çeviriyor olmasını "onlar aya, biz yaya" mantığıyla yorumlamıyorum. Aradan geçen bir asırdan sonra devletin, vatandaşlarını hâlâ "teba" gibi görmesinin daha nefis incitici yönleri de var.
.........
Sürçi lisan ettimse affediniz, amatör iktisatçının tahlili bu kadar olur!