Pennsylvania'da bir ev ve içindeki gönüllü sürgün...

New York’tan batıya doğru otomobille iki saat kadar gittikten sonra Pennsylvania eyaletinin hudutlarını gösteren bir turnikeli kapıdan geçiliyor; bu kapıda yakın zamanlara kadar "Gerçek Amerika’ya hoş geldiniz" yazısı asılı iken, itirazlar üzerine kaldırılmış; bu nüktenin doğru tarafı, New York’un başka hiçbir yerle kıyaslanmayacak kadar sıradışı, yoğun ve farklı bir şehir olması kadar Pennsylvania’nın, o hep filmlerde gördüğümüz standart gündelik Amerikan hayat tarzını ve yerleşim yerlerini temsil eden özelliği imiş.

İşte o kasabalardan ikisinin arasında orman arazisi içinde, ağaçlar arasında kaybolmuş bir yol sapağına girince basit bir bekçi kulübesiyle karşılaşıyorsunuz; ikiyüz metre kadar ilerde hafif bir tepe üzerinde iki katlı, o bildik Amerikan evlerinden biri yer almakta.

Fethullah Gülen’in on senelik ABD ikametinin yarıdan çoğunu geçirdiği ev işte bu. Evden 50 metre kadar uzakta, misafirlerin ikameti için ayrılmış daha küçük birkaç ev daha bulunuyor; hemen aşağıda ise 30 metre çapında minik bir sun’i göl. Söylenenlere göre Fethullah Fülen bu gölün kenarına, rica üzerine sadece bir kere inmiş. Daha önceki ziyaretlerinde birkaç eyalette bulunup hayli şehir gezdiğini söylemiş olmasına rağmen gönüllü sürgünlüğünde, zaruri hastane ziyaretleri hariç evinden çıkmamış.

Fethullah Gülen’le daha önceleri hiç yüzyüze gelmemiştik; kaderde vatandan on bin kilometre uzakta karşılaşmak varmış. Bizi, misafirlerini kabul ettiği giriş katındaki salonda ayakta karşılıyor. Geçirdiği ciddi rahatsızlıklara nazaran oldukça dinç ve sıhhatli görünüyor, fakat birlikte bulunduğumuz üç gün zarfında hemen hiç değişmeyen hâleti rûhiyesi dikkatimi çekiyor; daima mahzun, bir şey sorulmadıkça konuşmaya isteksiz ve daima son derece nâzik.

Kendisiyle üç gün boyunca, misafirlerini kabul ettiği salonda tertiplenmiş geniş masanın etrafında en az onbeş kişiyle birlikte beş kere yemek yiyip sohbet ettik; bu sohbetlerin belli bir konusu olmadı; sohbet ikliminin sevk-i tabiisi içinde akıp giden hoş ve samimi konuşmalardı. Devamlı hizmetinde bulunanlar, oldukça kalabalık topluluğumuzun ziyaretinden pek memnun kaldığını, açıldığını, hatta alışagelenin aksine neşelendiğini söylediler.

Önceleri pek hafif, ancak yanındakilerin duyabileceği derecede kısık bir sesle konuştuğunu farkedip şaşırmıştım; sonraki konuşmalarda bu pes konuşma tonu giderek yükseldi ama hiçbir zaman salonu dolduracak dereceye erişmedi; elbette imâmet sadâsı müstesnâ. Ayrılışımızdan bir gece önce yatsı namazına imâmet ederken, sohbet esnasında pek hafif ve nâzik ses tonunu tanımakta zorlandım; dâvûdî, tok ve okuduğu sûre’nin (Âdiyât) mazmûnunu aksettiren metîn ve kararlı bir seda.

Salonun duvarlarında hüsn-i hat levhaları; en dikkatimi çekenleri, ebrûlu kâğıt üzerine "bu da geçer yâ hû" ve "hey gidi günler hey". Bir duvarı bütünüyle kuşatan yeşil kumaş üzerine sırma iple yazılar işlenmiş geniş örtünün Fethullah Gülen nazarında başka bir değer ifâde ettiğini öğreniyorum; bu örtü İmâm Rabbâni’nin merkadi üzerinde örtü iken hediye olarak gönderilmiş.

Kıyâfeti sâde; koyu gri takım elbise içinde yakalı kazak; ayağında bizde "mokasen" diye bilinen (mocassin) tipinde hafif, terlik niyetine ev içinde giyilen rahat ayakkabılar. Daima traşlı; başında daima namaz takkesi. Zaman gazetesinin fotoğraf editörü Selahhatin Sevi’nin ricası üzerine fotoğraf çektirirken takkesini çıkarması arzusuna gülümseyerek muvafakat gösteriyor.

Sohbet esnasında bir yerde "üslûp nâmus gibidir" diyor. Unutmamak için masa üstündeki en yakın peçeteye yazıyorum.

Bir entelektüel mi? Bence değil. Fethullah Gülen gibilerin geniş ve şaşırtıcı genel kültürünü, hemen her mesele üzerine yayılmış dikkatlerini, aktüaliteyi takipteki titizliğini ve hâfıza gücünü bir başka kavramla ifâde etmek gerekirse şöyle denilebilir: ezeli ve ebedi hakikate kilitlenmiş ve ananevi irfân menbâlarına yönelmiş olmasına rağmen günün en basit ayrıntılarını dahi kavramaya azimli bir tecessüs. Daha doğrusu geleneğini iyi tevârüs etmiş bir din âlimi, bir kanaat önderi demeliyiz belki de. Entelektüelden farkı, hakikati ararken pergelin bir ucunu daima "nass" noktasında sâbit bulundurmayı epistemik bir vecibe bilmesindedir.

Yakınında bulunan birinden dinledim; bir sohbet esnasında biri, gurbetten bahsedecek olmuş; cevap, "onu siz bir de bana sorun". Vaktiyle çay içtiği çay ocaklarının iskemlelerinden söz ederken bile göz yaşlarını kontrol edemeyen bir insanın, onca yıl boyunca bu gönüllü gurbete nasıl dayanabildiğini kendime sormuştum ama yüzüne karşı sormayı edebe aykırı gördüm. Hissi kırılma noktaları, rikkat derecesinde pek nahif.

Bir gün küçük kardeşi ziyaretine gelmiş; oradakilerden biri ayrıldıkları sahneyi anlatmaya çalıştı, daha doğrusu anlatamadı.

Bir vücuttan canlı bir uzvun koparılışı gibi miydi?.. Akl-ı selîmin icâbını yerine getirmek bazen ne kadar zordur ve karşıdan bakanlara ne kadar zâlimâne görünür; tahayyül edilsin!

Sohbet esnasında Amerikalı yetkililerin, kendisine sanki her an ülkeden çıkması için ikamet iznini iptal edebilecekleri intibaı edindiğini söyledi; sesinde üzüntü veya ye’se benzer bir titreşim hissetmedim, "keşke" der gibiydi.

Çok az yiyor ve sevgili doktoru Kudret Bey’in sıkı denetiminden geçtiği anlaşılan sıkı bir perhiz uygulaması altında. Birlikte yemek yerken hiçbir porsiyonunu bitirdiğini görmedim. Her Erzurumlu gibi çay tirkayisi (ama açık). Yemeğin sonuna doğru küçük bir porselen kâsecik içinde irili ufaklı haplar; çay keyfine ise memleket malı bir avuç yemiş refakat etmekte; iki parça ceviz içi, üç dört tane Antep fıstığı içi ve birkaç bâdem.

Etrafında huşû ile ona hizmet edenler mutlak bir hürmet ve tâzim ifadesi içindeler. Bizim ziyaretimiz, her gün tekrar edildiğinde pekâlâ can sıkıcı olabilecek o tâzim protokolünü galiba biraz yumuşattı; hele hele çok büyük meseleler yerine daha ufak tefek ve sıradan şeylerden, özellikle hâtıralardan ve eski günlerden söz ederken nisbeten rahatladığını hissetmek bizler için memnunluk vericiydi. Belli bir yaştan sonra "yetîm-i akran" olmak herkesin başına gelen tabii bir hadise; siz buna bir de, hafifletilemez bir muhabbet ve hürmet hâlesinin ortasında yaşamak mecburiyetini ekleyiniz...

Ezcümle: ilk defa tanışıp sohbet ettiğim Fethullah Hocaefendi’yi fevkalâde sohbet ehli, tatlı ve sevimli bir yol arkadaşı hâliyle gördüm ve sevdim. Biz orada iken henüz beraat kararı açıklanmamıştı. Dileğim odur ki, bir an evvel aziz Türkiyesine sağlıcakla döner ve gönüllü sürgünlüğü sona erer.


Kaynak (Arşiv)