Pekmez
-Evet sayın dinleyicilerimiz; Şamata FM’de buram buram, şıngır-mıngır Ankara türküleri programında oynadık; neşemizi, havamızı bulduk, şimdi dikkatle ama çok dikkatle bize kulak kesilmeniz menfaatiniz icabıdır.
Biraz sonra size tanıtacağımız ürün aklınızı başınızdan alacak, duyduklarınıza inanamayacaksınız. Evet, ürün tanıtımına geçmeden evvel bu mucize pekmezi sizlere anlatacak olan saygıdeğer bilim adamı, şifalı otlar uzmanı sayın Doktor Mustafa Bey’i mikrofona davet ediyorum. Hocaam hoş geldiniz.
-Hoşbulduk koçum.
-Hocam zamanımız kısıtlı, bir an evvel sizi, şu anda radyolarının başında, “Yok mu bir şifâ, yok mu şu derdin bir ilâcı” diyerek inim inip inleyip içini çeken dinleyicilerimiz için ne gibi haberleriniz var; sizden dinleyelim.
-Sağol sipiker gardaşım. Gardaşım diyorum herhalde kusura bakmıyorsun. Ben Tıp mekteplerinde yıllarca okudum, dirsek çürüttüm amma özümden de kopup ayrılmadım. Ondan dolayı müsaade ederseniz içimden geldiği gibi gonuşayım diyorum; mahzur var mıdır?
-Olur mu doktorum, hepimiz Anadolu çocuğuyuz, içinden nasıl geliyorsa öyle gonuş. Aramızda yabancı mı var?
-Sağol gardaşım, yalnız şimdiden haber vereyim. Biraz sonra tanıtacağım ürün hakkında uluslararası ilmî bir konferans davetine katılmak üzere Kuala Lumpur uçağına yetişmem gerekiyor. Az ve öz konuşacağım. Herkes can kulağıyla dinlesin beni.
-Dinliyok doktorum, de hele!..
-Canım dinleyicilerim, bugün size tanıtacağım ürün, dışardan bakılınca sanki bildiğiniz pekmeze benziyor. Pekmez ama pekmezden pekmeze fark var. Şu anda elimde tutmuş olduğum şu pekmez kavanozonun içindeki madde, bâkir tabiatın koynunda sere serpe yetişen ve ülkemizin ancak belirli bir yöresinin belirli bir mezrasında yetişen nadir bitkilerin usâresidir. Bizde kandırmaca yok. Bu usâreyi pekmeze karıştırarak, ticari açıdan gizli tuttuğumuz tesislerimizde ticari ürün haline getirdik. Diyeceksin ki niye?
-Niye doktorum?
-Çünkü bu usâre o kadar keskin, o kadar kuvvetli ki, imbikten çıktığı gibi içecek olsan dayanamazsın. Onun için bildiğin dut pekmeziyle karıştırmak durumunda kaldık.
-Neye iyi geliyor bu pekmez Mustafa doktorum?
-Bilumum ağrılara, siyatik, lumbago, kalp, böbrek, dalak yetmezliklerine felan filan; bu gibi özellikler diğer rakip firmaların tanıttığı şeylerde de var, velâkin bizimkinin hususiyeti şu. Bundan üç gün sabahları aç karnına bir çay kaşığı, dikkat edin bir çay kaşığı yiyorsun, öğleye kadar bir şey yemiyorsun, zaten yiyemezsin de, mümkün değil. Üçüncü günün sonunda şöyle bir şey oluyor…
-Ne oluyor?
-Diyelim ağzınızda çürük birkaç diş var. Üçüncü günün ikindi sularında çürük dişler sapasağlam haline geliyor. Ayrıca bu daha bir şey değil. Diyelim sekiz dişiniz eksik. Diş başına birer kaşık ve birer gün artırmak suretiyle pekmezi yiyorsunuz ve dişleriniz ana dişi gibi yeniden geliyor!
-İnanılmaz bir şey bu doktorum. Denediniz mi?
-Bizzat kendim tecrübe ettim. Geçen sene üç diş çektirmiştim. Bak şu köpek dişlerimden arkaya doğru, bir tane de yan taraftaki. Dördüncü gün dişlerimle takır takır leblebi badem öğütmeye başladım.
-Çok iyi yav. Başka neye yarayışlı bu harika ürün?
-Valla şöyle bir hâdise anlatayım, sen gerisini anla sevgili gardaşım. Bu ürünün imâlalatında çalışan bir kimyager arkadaş var. Amerika’da kimya mastırı yaptıktan sonra ülkeye döndü. Şimdi bizimle çalışıyor. Bunun dedesi 102 yaşında. Bir akşam telefon geliyor, deden ağırlaştı, acil gel diye. Bizimki apar-topar hastanın baş ucuna koşuyor. Tam o sırada dedenin ağzına zemzem damlatıyorlarmış. Bizim kimgayer diyor ki, yav biz bir ürün üzerinde çalışıyoruz; yanımda da küçük bir ilaç var, şundan bir damla katalım bakalım ne olacak?
-Ne olmuş Mustafa abi?
-Dedenin ağzına ilâcı damlatınca adama bir titreme geliyor. Ateşi yükseliyor, birkaç dakika sonra küt diye gidiyor. Öldü, Allah rahmet etsin filan diye çenesini bağlarken dede zıpkın gibi dikiliyor yatakta. “Verin benim eşofmanlarımı, parka gidip spor yapacağım.” diyor. “Aman dede, sen az önce gidiyordun, ne oldu böyle diriliverdin?” diyorlar… Diyor ki: “Evet ölüyordum ama birdenbire beynimde şimşekler çaktı. Azrail aleyhisselam göründü, dedi ki, ‘Hay vaaah, nihayet insanlar bu ilacı ele geçirdiler ha!’ diye hayıflandı. ‘Ne ilacı ey Azrail?’ diye sordum. Dedi ki: ‘Az evvel torunun ağzına bundan bir damla damlattı, artık bir sene senin yanına uğramam ben.’ dedi.”
-Yok yav, Azrail ha?
-Aynen öyle kardaşım. Şimdi ürün sağlam, müthiş. Sağlık Bakanlığı’na götürdük muayene için. Oradaki teknisyenler elime ayağıma düştüler abi n’olur iki santilitre de bize ver diye. Kesinlikle vermedim. Niçin, çünkü bu usâre çok az çıkıyor. Onu da halkımız arasında yarışma yoluyla eşit şansla dağıtacağız. Kimseye torpil yok.
-Nasıl yarışma bu doktorum?
-Şöyle; şimdi bir bilmece soracağım; cevabı bilenlerden en seri surette bizim vereceğimiz telefonu arayanlardan ilk 43 kişiye yetecek kadar pekmez kavanozumuz var. Aslında 4 kavanoz daha var ama onları kongrede tebliğ olarak sunacağım için kimse kusura bakmayacak. Evet sorumuz şöyle: “Adamın biri çok zayıf olduğu halde yine de her yattığında yatak kırılıyormuş, neden?”
-Evet, bilmeceyi duydunuz sevgili dinleyiciler. Süre başladı. Hemen arayanlar daha çok şanslı olacaklar. İsteyenler iki veya üç kere de arayabilirler ama sadece 43 kavanoz ürün olduğunu unutmayın. Süre daralıyor, ilk telefonlar geliyor. Bu arada unuttuk, ürünümüze ilaveten 250 gram leblebi tozu da bizden bedava. Sadece 74 lira. Paket, kargo ücreti bizden; beğenmedim, halimden memnunum derseniz anında iade edebiliyorsunuz çünkü alıcılar şu anda santrali kilitlemiş durumdalar.
-Bu arada ben müsaade alayım. Dolmuşçu Fikret kardaşım bekler şimdi aşağıda, okeyde dördüncü eksikmiş de, anlarsın… Hasılatı akşama bölüşürüz tamam mı koçum?
-Abi canlı yayındayız, n’aapıyorsun. Mikrofonlar açık. Ver oğlum müziği, gördün mü Mustafa abi, batırdın mis gibi kampanyayı…