Peki, bizim 'B planı'mız nedir; bilelim!
Fransızların, AB Anayasası'nı reddetmesi, bizatihi Avrupalılar için bile "birlik"in ne kadar uzun vâdeli ve sancılı bir süreç olduğunu hatırlattı. Avrupalılar son derece zor ama o derece saygı duyulması gereken bir gayretle Avrupa tarihinde, Roma İmparatorluğu'ndan beri görülmemiş bir dönemi başlatmak istiyorlar ve bu vadide henüz yarı yolu bile geçmiş sayılmazlar.
Avrupa, zaman zaman birbirini boğazlamak raddelerine kadar uzanan son derece problemli bir tarihî süreçten sonra siyasî tevhidini arıyor. Fransa'daki referandum, bu gayretlerin zaman zaman akamete uğrayabileceğini gösterdi ve şüphesiz birlik yolunda Avrupalılar daha çok zaman ve enerji sarf edeceklerdir. Meselenin bizi ilgilendiren tarafı, Avrupa'yı -hatta hiç denecek kadar- az tanıdığımız halde, Türkiye'nin geleceğini bu siyasi proje ile sımsıkı kenetlemek inancını, "vird" gibi tekrarlayıp durmamızdır.
Alırlarsa günün birinde Avrupalı olmak istiyoruz ama Avrupa'yı tanımıyoruz. Bazı üniversitelerimizde ders müfredatına kadar giren akademik ilgimiz daha ziyade AB mevzuatı ile sınırlıdır ve Avrupa Birliği'nin tarihini 60'lı yıllardan başlatarak kavramak eğilimi yansıtır. Oysaki bugün Avrupa Birliği'nin yolunu kesen engeller, Avrupalıların müşterek tarihinden kaynaklanan zihnî çapaklar, bizim hakkında pek az şey bildiğimiz tarihî ayrıntılardır. Kaldı ki AB'nin orta vadeli gelecekte karşılaşacağı en mühim problemler, kendi tarihinden ziyade Birleşik Avrupa'nın dünya siyaset dengelerinde askerî bir güç teşkil edememesinden doğacaktır. Avrupa Birliği netice itibarıyla entelektüel bir kulüp, geçici bir organizasyon değil. İnsanlık tarihi ise, bütün orduların terhis edileceği, bütün silahların toprağa gömülüp savunma harcamalarının sağlık ve eğitime aktarılacağı yeryüzü cennetinden çok uzaklarda. AB, Avrupa'nın en etkili siyasi gücü olmayı murat ediniyorsa, silahlı güce de ihtiyaç duyacaktır. Benim tahminime göre kamu işlerine, dozu iyi ayarlanmamış bir liberal yaklaşımla eğilmeyi tercih eden ihtiyar kıta, ABD, Çin, Rusya gibi diğer global aktörlerin askerî varlığı yanında yavrukurt oymağı derekesindeki silahlı gücü ve savunma konsepti ile birliğin ilk asrını görme şansını bile bulamayacaktır.
Avrupa Birliği'nin başarı şansı, Avrupa'dan ibaret bir dünya tasavvur edildiğinde bile yüksek görünmüyor ama bu muhâl ihtimâlin sonuna kadar zorlanması bile saygımı ve hayranlığımı celp ediyor; bu birliğe inanmıyorum ama saygı duyuyorum.
Gözlemciler, AB'nin, Fransa referandumunda hayır kararı çıkması karşısında B planının olmadığından bahsediyorlar; tarihte, büyük politik trajedileri göğüslemesiyle dikkat çeken Avrupalılar bu küçük problemi aşmanın bir yolunu şüphesiz bulacaklardır; ama bu noktada sorulması gereken asıl soru, Türkiye'nin günün birinde AB'nin uzağına düşmesi ihtimâlinde bir "B planı"nın mevcut olup olmadığıdır. "O zaman başımızın çaresine bakarız nasıl olsa" cevabıyla geçiştirilecek bir soru değildir bu ve sorunun cevabı, Türkiye'nin orta vadeli geleceğini de büyük ölçüde tayin edecektir. Bütün aklî veriler, Türkiye'nin kısa ve orta vadede AB'ye üye olamayacağını gösteriyor; buna mukabil bizim bütün millî stratejilerimiz, muhayyel bir AB üyeliğine raptedilmiş haldedir. Sualin can alıcılığını kavramak için, AK Parti'nin iç kamuoyunda ancak AB yanlısı politikalarla meşrûluk kazanabildiğini bir kenara kaydedelim. AB konusunda işler tersine döndüğü gün neler olabileceğini tasavvur edebilir misiniz?
Zâhire göre ne AK Parti'nin, ne de devletin bir B planı yok; o gün kağıtlar yeniden karıştırılıp dağıtılır ve biz yine geleceğini planlamak basiretini gösterememiş olmanın şaşkınlığı ile şanlı tarihimizde yeni bir sayfa açmak lüzumuna dair tartışmalara dalarız.