Patates cennetine gider!
Futbolcunun biri, "Yeni hocamız çok farklı; bize daha fazla sorumluluk veriyor ve bu çok doğru, çünkü hepimiz yetişkin insanlarız" demiş ve şöyle devam etmiş, "Mesela bugünlerde topla beraber oynarken ne yapmamız gerektiğini daha fazla çalışıyoruz.
Daha önce topsuz oyunla ilgili çok fazla antrenman yapıyorduk."
Yok yahu!
*
Anelka ile Alex birbirlerine uyum sağlayabilecekler mi? Bu mühim meseleye muhterem Türk matbuatının toplam kaç sayfa ayırdığını tahmin edebilir misiniz? Bana göre bu âcil ve vahim mesele hakkında orta halli bir salonun duvarlarını kaplamaya yetecek miktarda yazı ve haber imâl edilmiş bulunuyor.
Vay canına!
*
Maç 58'inci dakikadan mı başlasın; yoksa 90 dakika mı oynansın? 180 dakika oynatılsa ne yazar? Eni ucu bir maç işte; peki bu konuda yazılanların ve söylenenlerin kaç çöp poşeti doldurabileceğini hesapladık mı?
*
Adam, taraftarı olduğu futbol camiasından bahsederken, cennetten biraz önce gelmiş de oraya dair intibâlarını anlatıyormuş gibi katıksız bir vecd ve imân hâli sergiliyor. "Bizim camia en büyüktür, bizim başkan dokunulmazdır, çok zengin ve akıllıdır"; işiten de Olimpos sekenesinden birini anlatıyor zannedecek.
Vecd içinde!
*
Futbolun bacasız bir endüstri, bir sektör olduğunu zannederdim; yanılmışım. Futbol bir "din" olmuş; oyun boyutu çoktan silinip gitmiş. Futboldan söz açılınca bazılarında "ehemm-mühimm" tefriki kayboluyor. Gazetelerin üçte bir nisbetinde futbol sayfaları yapmaları, televizyonlarda saatlerce futbol "vıdı-vıdı"sı konuşulması sağlık alâmeti değil; bunun ucu şirke kadar gider.
Herkesin paşa keyfinin bileceği iş; patatesin faziletleri abartılırsa kişinin dini patates dini olur; yeryüzü bir dinler meşheri. İnsanda din şuuru, din denilmeye lâyık olanla din gibi görünen sair inançlar arasında tefrik gücü geliştirebilmiş olmaktır. Öyle bir nokta var ki, laiklik dilsiz kalır: "Allah indinde din" bir tanedir ve o dinin temel vasfı, İlâh denilmeye lâyık olana İlâh demek ve bu teslim noktasından sonra benzerlerine İlâh muamelesi yapmaktan vazgeçmektir. Tevhid ile şirkin en basit târifi bu. Laiklik, kamu otoritesinin bir davranış prensibidir ve temelinde patates dinine bile "din" muamelesi yaparak eşit uzaklıkta bulunmayı gerektirir. Laik devlet, vatandaşının dinini tayin etmez; Avrupa'da vaktiyle din kavgalarını yatıştırmak için devlet (1555 Augsburg) "Cuius regio eius religio" prensibini koyarak tebânın dinini belirme hakkını üstlenmiş ve zora dayalı bir iç barış tesis etmişti. Avrupa'nın bünyesinden ürettiği Laiklik kavramı, böyle bir tarihi arkaplan mahkûmiyetinin eseri. Devlet şimdi dinler karşısında soğukkanlıdır ama bu prensip, fertlerin din karşısındaki tutumunu bağlamıyor. Ezcümle neyin "din" olup olmadığına karar verecek olan, Hesap gününde hesabını ferden verecek olan ferd-i vâhittir.
Kendi câmiasına tapınanlar, o câmianın cennetine gitmeyi umabilir, o câmianın mâbedinde ibâdet edebilir, dâr-ı dünyada bahsedilmeye değer en mânidar şeyin o câmianın "vıdı-vıdı"larından ibâret olduğuna imân edebilirler; "Senin dinin sana, benimki de bana" hükmü, ferdin o ürkütücü sorumluluğunu hatırlatır ve zımnında her inancın aynı kapıya çıkmayacağını da zarafetle imâ eder.
Futbol din değildir; oyundur. Bu derece ciddiye alınması, gereğinden fazla konuşulması, abartılması ve insanın gündelik hayatında asla kapsamaması gereken hâcimleri işgal etmesi, dinini seçmekte hür bırakılmış insanın aleyhindedir. Din, bir "önemli şeyler" sıralamasıdır aynı zamanda; Câhiliye devrinin insanları zannedildiği gibi umumî itibarla câhil filân değillerdi, sadece önemli şeyler sıralamasında yanılmışlardı.
Aman!