Padişah'ın kanlı gömleği komitacıların utanç tablosu
Sultan Abdülaziz'in 130 seneden beri bir sandıkta bekleyen kanlı elbiseleri bize, ölümünün intihar veya katil yoluyla gerçekleşmesinden çok, dört gün önce bir hükümet darbesine uğradığı gerçeğini yeniden hatırlatmalıdır.
Siyasetleri beğenilmeyen kişiler, demokratik ülkelerde seçim mağlubiyetlerinden sonra köşelerine çekilip hâtıralarını yazıyor veya o güne kadar hep erteleyip durdukları hayatlarının en zevkli meşgalesiyle uğraşıyorlar; demokratik kültürün henüz tam köklenemediği yerlerde ise günün birinde ortaya çıkıveren kana bulanmış gömlek ve elbiselerle geçmişimizle bir kere daha yüzleşmek zorunda kalıyoruz. Bu yüzleşmenin sevimsiz yanı, o meşhur "intihar-katil" iddialarının Türkiye'de kendine hâlâ taraftar bulabiliyor olmasıdır. "İntihar etti" görüşünü inatla savunanlar, ne yazık ki, Sultan Abdülaziz'i deviren darbecileri aklamak nâmına komik bir tezi seslendirmiş oluyorlar. İşte bu nokta, darbe komplosundan daha esef verici bir tutum olarak resmî tarih tezlerinde hâlâ durmaktadır.
Sultan Abdülaziz, hayatını kendilerine emanet ettiği çevrelerin (Serasker Hüseyin Avni Paşa, Askerî Mektepler Nazırı Süleyman Paşa ve bir kısım askerî talebe komplonun askeri kanadını, ülkemizde hürriyet şehidi diye nam salmış Midhat Paşa ve mütercim Rüştü Paşa ise sivil kesimi teşkil ederler) işbirliği ile saltanattan uzaklaştırılmış ve sağ kalması mahzurlu görülerek, "kaatilleriyle fotoğrafı çekildikten" bir süre sonra öldürülmüştü. Bu hadise neredeyse bir asrı aşkın zaman içinde Jöntürk edebiyatında, İttihat ve Terakki retoriğinde, daha sonra aydınlanmış ve dinamik önderlerin zor yoluyla siyasi iktidarı ele geçirip kullanmaya hakkı olduğunu savunan "devrimci" yazarlarca intihar yorumuyla sunulmuş, katil hadisesini soruşturan Yıldız Mahkemesi ise "Abdülhamid'in kuklası" mevkiinde keyfi bir kurul gibi takdim edilmiştir.
Sultan Abdülaziz'in sağ eliyle sol bileğini, daha sonra sol beliyle sağ bileğini makasla keserek intihar etmesi ile (!) inen tarih perdesi, 27 Mayıs 1960'taki darbe ile üzücü benzerlikler gösteriyor. Türk aydınları hâlâ, 27 Mayıs'ın bir darbe mi, yoksa meşruiyetini kaybetmiş zalim bir iktidara karşı şanlı direniş hakkının kullanılması mı olduğu meselesinde kafa karışıklığı içindedir. Hadiselerin cereyan tarzı, o devrin haberleşme araçlarına hakim olan zümreler tarafından çarpıtılarak sunulduğu için en yakın tarihimiz üzerinde bile dışarıdan bakıldığında çok komik görünen tartışmalardan kurtulamıyoruz. Bu zihni sis ve kirlilikte aydınlarımızın büyük vebal sahibi olduğunu hatırlatmaya gerek var mı?
Batılı demokrasinin dip köklerinde cinayete veya darbeye uğrayarak canından olan pek çok mağdur ve maktulün kanlı elbiseleri ve trajik hatıraları yatıyor; iki fark var, onlar artık bu gibi hadiseler etrafında kamplaşıp mânâsız tartışmalar yapmıyorlar ve beğenmedikleri siyasetçileri ise sadece emekliliğe mahkum ediyorlar. Ümid ederiz ki Abdülaziz'in kanlı elbiseleri, ülkemizde demokratik kültürün kökleşmesinde hayırhah bir fonksiyonu yerine getirir ve geçmiş-gelecek bütün darbe özlemcilerine ibret olur.