Oryantalist cübbeler içinde modernlik; gülünç ve hazin!
Ellili yıllarda Batı sinemasının hayalhânesindeki Doğu, bir önceki yüzyılın oryantalist tasavvurlarıyla süslüydü. Kısaca hatırlayalım: lacivert atlastan bir gökyüzüne asılmış gibi duran altın yaldıza bulanmış yıldızların ve hilâlin altında biteviye uzanan çöl dekoruna iliştirilmiş soğan biçimi kubbeler, sütunların üzerine dizilmiş Arap kemerleri, daracık sokaklar, cepheleri sağır duvarların arkasına gizlenmiş evler; iç mekânlarda rengarenk tüller ve perdeler, buhurdanlar, nadide halı ve kilimler, yastık ve divanlar; divanlara uzanmış şalvarlı, bol sakallı, sarıklı, nargile içen adamlar, ortalıkta dans eden rakkaseler, uçan halılar, Alaaddin'in sihirli lâmbası ve 1001 gece masallarının dekoru. Kısaca ecnebilerin zihnine "Arabian Nights" yani Arabistan geceleri diye nakşolunan sahte imajlar zinciri. Bu tablolardaki insanların ortak özelliği dikine (şâkulî" değil) yatay vaziyette (amûdî) yani bir yerlere uzanmış durumda resmedilmeleridir; çünkü Şark tembeldir; hayatı, yanı üstüne yatmakla geçer!
Ne gariptir ki Arabian Nights tarzı mimari ve tezyini unsurlar, XX. yüzyıl içinde Şark dünyasında bir kültür kalıbı hâline gelerek şarklılar tarafından da sahiplenilmiş bulunuyor. Bu haksız ve yanlış imaj kaykılmasında Oryantalist cereyanın etkisi büyüktür. Oryantalizm ise Batılıların Doğu'da gördükleri değil, görmek istedikleri egzotik, tuhaf ve yabancı unsurların bir araya geldiği bir inşâ biçimidir. Tüketici ve sıradan kalabalıkların nezdindeki Doğu ve İslâm fikri, işte bu gibi unsurlarla ete kemiğe bürünüyor.
Son günlerde modern hayat tarzı ve tüketim alışkanlıkları ile manşetlere çıkan popüler bir "hoca"ya yönelen dikkatler, fotoğrafların ön planında değil de arkada yer alan birtakım ayrıntıları yeniden yorumlamamıza sebeb oldu. Önce fotoğrafları hatırlayalım: Evin en geniş salonunda (eski tabirle divanhane), "u" şeklinde mekâna yayılmış, parlak ve altın izlenimi veren kumaşla kaplı bir sedir. Sedirin muhtelif yerlerine konulmuş silindir biçimli, ucu püsküllü yastıklara ilaveten tam cephede duvardan duvara uzanan altın yaldızla boyanmış, gülünç denecek ölçüde abartılı bir sedir arkalığı. Kemerli ve merkezî kubbeli profili ile bir cami manzarası veren bu arkalığın tam merkezinde tuğra şeklinde istif edilmiş kabartma bir besmele ve kenarlarda hilal şeklinde beş tane alem yer alıyor.
Tam Arabian Night dekoru yani!
Bu fotoğrafta geleneğe uygun ve mutedil yegâne tezyini unsur, duvarlardaki hat levhaları.
Haftalık bir popüler dergide yayınlanan fotoğrafların bir diğerine geçiyoruz; "... hoca" belli ki evinde namazgâh diye tahsis ettiği yerin önünde, Arabkâri entarisi ve siyah takkesi ile poz veriyor. Arka planda bir mihrap nişi yer almakta. Mihrabın etrafı altın ve gümüş taklidi boyalarla renklendirilmiş süslerle bezeli. Üstte ise camilerde görmeye alıştığımız "mihrab âyeti". Mihrabın sağında ve solunda iri pirinç şamdanlar.
Öteki fotoğrafta geniş bir pencereden görünen çimle kaplı bir bahçe var. Pencerenin bu tarafında gayet modern bir koşu bandı var, bu aletin hemen yanındaki duvarda ise sunta plaka üzerine çalışılmış bir âyet istifi görünüyor. Bu bir levha değil, çünkü levhanın kenarsuyunu teşkil eden bezemelerin girintileri dekupaj testeresi ile oyularak hiç rastlamadığımız türden bir garip yenilik icad edilmiş.
Vesaire vesaire...
Bu fotoğraflarda benim gördüğüm mânâ şudur; Belli ki bu şahıs, evini istediği gibi tanzim edip süsleyecek gelir seviyesini yakalamış biridir ve evini de dilediği gibi dekore ettirmiştir; yani imkansızlık sebebiyle henüz elde edemediği bir dekor unsuru yok gibi görünüyor. Böylece "hoca" kendisini ait hissettiği iki dünyayı evinde bir araya getirmeyi denemiş, kendince bir terkib yapmıştır. Bu terkibde zevkinin vardığı yer "zevk-i selim"den çok uzakta, ama "Arabian Night" atmosferinin tam orta yerinde bir mevkidir. Bu bir terkib değil aslında, başarısız bir "kolaj". Kolaj, bir sanat tabiri olarak bir çeşit resim tekniğine verilen isimdir; burada anlatmak istediğim üsluba "eklektik" tabiri daha çok yaraşıyor; sözlük karşılığı şöyle: "Felsefe ve sanatta belirli bir inancı olmayıp çeşitli fikirler ve üsluplar içinden kendine uygun gelenleri seçen kimse." İsim ve şahıs önemli değil; önemli olan şu: İçimizden biri veya birileri; parası, imkânı, zamanı var fakat dünya görüşünü dışarıya görünür alâmetlerle aksettirmeye kalkıştığında ulaşabildiği yer sadece kırk yamalı bohça neviinden garip bir "el menziletü beyn'el menzileteyn" mevkiidir. Hem modern, hem Müslüman kimliğini tebarüz ettirmeye kalkışırken ne modern, ne İslâmi olabilen bir şaşkınlık, insanın içini ezen bir arayış hâli.
Ve bu hâl, sadece filanca veya falanca 'hoca'yı tarif etmiyor. Modern hayat tarzından kopuş ve vazgeçiş fiilen imkansız olduğuna göre "İslamî" denilen kavramı gündelik hayatında görünür kılmak isteyen herkeste, pek çok imkân sahibinde aynı mevkisizliğin alâmetleri var; ucundan, kenarından hepimiz aynı şaşkınlıktan hissedârız. Şaşkınlığımızın temel sebebi, inançlarımızı yaşadığımız çevrede kuvvetle görünür ve görüntüsüyle hissedilir hâle getirme arzusundan kaynaklanıyor. Ancak görünebilen şeylerin anlam ve ağırlık taşıdığı farz edilen bir dünyada inanç unsurlarını görünür hâle getirmek aslında bir kaçış hâlet-i ruhiyesidir. Anlamlı bir örnek teşkil etsin diye bizden öncekilerin hayat tarzına baktığımızda, onların gündelik hayatında görünür hâle getirdikleri şeyleri fark edip, onların taklidine yeltenmekle hata ediyoruz; oysa ki doğru olan şekli unsurlardan ziyade, o forma ilham ve istikamet veren fonksiyon ve anlama erişmektir. Bir evin İslâmi tarzda tezyin edilmesi için, illâ Binbir gece masalları dekorunda olduğu gibi tezyin unsurlarına, mimari elemanlara yüklenmek gerekmez ama onların icra ettiği fonksiyon pekâlâ İslâmi kılınabilir. Yurtdışındaki işçilerin satın alarak mescid hâline getirdikleri kiliselerde bu espri son derece berrak tarzda ortaya çıkıyor: Mekân temizlenir, teslis alâmetleri kapatılır, kıble istikameti düzeltilir ve orası Müslümanların mescidi olur. Kilisenin sair tezyini ve mimari unsurları artık tâli derecede önem taşır. İslâm şekilden ziyade mânâ ve fonksiyondur; İslâm'ın rûhu böyledir çünkü. Bir Müslümanın zenginliği de servetinin fonksiyon ve mânâsıyla tezahür eder ve etmelidir. Aynı minval üzre gidersek meselâ divan dediğimiz mobilya tarzının kendi başına İslâmi veya sair inançlara dair bir anlamı yoktur; keza yukarda bahsettiğimiz fotoğraflar arasında yer alan çifte alafranga tuvaletli, duş kabinli, çanak tarzı lavabolu banyo düzenlemesinde aslolan şekil unsurundan ziyade fonksiyondur ve 'hoca'nın 'villa'sında bana göre dekorasyon anlayışında en tutarlı mekân banyo müştemilatından ibaret.
Eşyayı tanzim, dengeyi tutturmak bakımından hayli birikim gerektirmesine rağmen belki de işin kolay tarafı; asıl zor olan insan ilişkilerinde İslâmî dokuyu, anlamı ve fonksiyonu tahakkuk ettirmek.
Hayalhânemiz bile Batılı, keşke gerekince dönebileceğimiz bir Şarklı kimliğimiz olsaydı!