Oruç keyfi
Küçümsememeli, yadırgamamalıydım; Ramazan'ın ilk iftarına birkaç saat kala "memleketimden alışveriş manzaraları" derlemek
çarşıya çıkıp oruçlu yüzlerdeki çocuksu neş'eyi izleyerek kendi kendime "şunların haline bak, o kadarını yiyemeyeceklerini bile bile nasıl da her gördüklerinden satın almak için didiniyorlar" dememeliydim; "Ayıplama, gelir başına" sözünün doğruluğu kafama dank ettiğinde elimdeki pakette ikiyüzelli gram taze mahsül iğde, 150 gram kavrulmuş leblebi, yarım kilo turşu, altı tane horoz şekeri ve bir çarşı çöreği mevcut bulunuyordu.
Çarşı esnafından ağır Ramazan tahrikleri
O gün çarşıyı yine kesif bir turşu suyu, kavrulmuş kahve ve leblebi kokusu sarmıştı. Böyle günlerde mantıktan ziyade duygulara, gözden ziyade koku alma hassasına hitab etmenin, tokluk hissinin verdiği tatminden ziyade aç karnına hayal kurmanın daha değerli olduğunu bilen bir kısım esnaf, belki de asırlardan beri pazarlama stratejisini "ağır tahrik" üzerine kurmaktaydı: İnsanı, oruçlu kafayla en behimî günahları işletecek raddede baştan çıkarıcı bir renk ve koku âhengiyle tablo gibi tanzim edilmiş manav tablaları, sarı çiğ ampullerin düğün yerine çevirdiği dükkânda balıklarını gelinlik kız gibi süsleyerek çığlık çığlığa müşteri arayan balıkçıların dimağa gerdiği lezzet perdesi, fırıncı esnafının susam, yumurta, tereyağla kışkırtılmış taze pidelerin dans ettiği ızgaralı tezgâhın gerisinde yorgun ve vakur bir hâletle ateş gösterisini sürdürmeleri hep Ramazan iklimine mahsus, önceden kabullenilmiş tüketim kamçılama seanslarından birer cüz değil midir? Turşu tenekesinin ağzını keserle açtıktan sonra suyunu çaktırmadan kaldırımın kenarına boca ediveren bakkal, kavrulmuş kahveyi teknesiyle birlikte kaldırımın dibinde ferahlamaya terkeden kahveci şu mübârek günde nasıl bir cürüm işlediğinin farkında elbette; ama böyle mâsum bir cürümden ötürü kim şikâyetçi olabilir ki?
Böyle tahrike can kurban diye düşünüyor olmalıyız ki, "gücü yeten var yetmeyen var; ayıptır yahu!" diye en insânî perdeden homurdanmak yerine, "iftarda turşu ne de güzel gider be" kandırmacasıyla oruçlu nefsimize leziz rüşvetler vermekten geri kalmayız: Eee, "oruç keyfi" diye bir şey vardır yahu!
Yoksa "Oruç keyifsizliği" mi demeliydik?
Oruç keyfi de nedir diye uzun uzun târif etmenin ne gereği var; işin neticesine göre onu "oruç keyifsizliği" diye adlandırmak da mümkün. Meselâ rahmetli kayınpederim oruç kavramına karşı hiçbir önyargısı olmamasına ve kendini bildiği demlerden beri bütün oruçlarını eksiksiz tutmasına rağmen "oruç keyifsizliği"nin canlı nümûnelerinden biriydi. Özellikle Ramazan'ın ortasını geçip 16'ncı oruca niyet edileceği gün, Teravih'in 20. rekâtından sonra cemaati soluklandırmak maksadıyla okunan ve "Ya Hannân Ya Mennân / Ya zelcûdi ve'likrâm / Sebbit kulûbenâ ale'l ihsân / Nercû affeke ve'lgufrân" sözleriyle başlayan "şugul"ün nakaratındaki "Elvedâ, elvedâ şehri sıyâm elvedâ" sözlerinin cemaati nasıl müteessir ettiğini hatırlayanlar çıkacaktır; Ramazan'ın ilk yarısında "Merhaba, merhaba şehr(i R)amazan merhabâ" coşkusu câmi kubbelerinde gümbürderken yolun yarısının kat'edilmesinden sonra başlayıveren "elvedâ" faslı, Ramazan'a doyamayan samimi gönüllere gîrân gelir, hattâ bazı mescidlerde Ramazan'ın son gününe kadar kasdı mahsus ile "merhaba" terennümüne devam olunurdu (mâzi sigâsıyla anlattığıma bakmayınız; hamdolsun ki buralarda Ramazan, bütün an'ane ve müesseseleriyle hâlâ gönülleri ışıklandırmaktadır). İşte böyle ortanca günlerinde her evde ve her mahfilde mutlaka,
Gördünüz mü, mübârek günler ne çabuk geldi geçti de farkına varamadık; ee bizim gibi günahkârların üstünde böyle feyizli zamanlar kalır mı; kuş gibi geçiverdi de kıymetini bilemedik! nev'inden tatlı sızlanmalar işitilirdi. Kayınpederim bu sızıltıları nerede işitse barut gibi tutuşur, "Riyâkarlık etmeyin birâder; kim demiş kuş gibi geldi de geçti diye, siz bir de bana sorun bakayım nasıl geçiyor!" diyerek parlardı. Onca mukallitliğine ve sohbet ehli olmasına rağmen rahmetli namdar tiryâkilerdendi ve "oruç keyifsizliği"nin neye benzer birşey olduğunun canlı timsali idi. Sair zamanda tütün, kahve ve çay ile teskin edebildiği âsâbına "oruç keyfi" ile söz geçiremediği anlar da olurdu; rahmet üstüne olsun.
Merdiven de merdiven hani...
"Oruç keyfi" ile keyifsizliğini birbirinden ayırmak her zaman o kadar kolay değil galiba: Hâdiseyi arkadaşım anlatıyor;
"Rahmetli dedem orucunu açıp acı kahveyi tütüne dolamadan ve akşam namazını edâ edip sedirin köşesine çekilmeden huzurunda "lâhavle" diyemezdik. O gün ikindi namazından sonra mûtad vaktinde eve geldi. Beni çağırdı,
Çarşıya git, filân yere bir emânet bıraktım; selâmımı söyle, al gel! emrini verdi. Sözünü ikiletmeden çarşıya seğirttim. Tarif ettiği dükkâna gidip selâmını tebliğ ettikten sonra "emâneti" istedim. "Emânet" ne olsa beğenirsiniz; neredeyse yedi metre boyunda çam ağacından mâmul bir merdiven! Çaresiz yüklenip oflaya puflaya eve getirip avluya bıraktım; evin ahalisi, "bu da nerden çıktı?" diye taaccüp ettiler lâkin bu alışverişin hikmetinden sual eylemek kimin haddine?
İftar topu gürleyip dedem orucunu açtıktan, akşam namazını kılıp tütünü acı kahveye sardıktan sonra anneannem "usûletle" dedeme yaklaştı,
Efendi, evimiz tek kat üstüne, koca merdiveni ne diye aldın; zaten iki tane merdivenimiz vardı, unuttun mu yoksa? diye incelikle istifsara başlayınca dedem kendini tutamayıp gülmeye başladı,
Yahu hanım vallahi haklısın; oruç keyfi ile bir alışveriştik ettik lâkin meret merdiven değil sanat eseri âdeta canım; ustası öyle bir işçilik döktürmüş ki, almamaya kıyamadım!
Semer hazır; darısı eşeğe
İşte oruç keyfi böyle bir şeydir; gâhi bir fişek dolusu kırık leblebi olur, gâhi ustasının elinden yeni çıkmış gıcır gıcır bir eşek semeri. Hikâye, "merdiven" kıssasının neredeyse tıpatıp aynısı. Akşam üzeri peşinde hamal, hamalın sırtında eşek semeri ile evini teşrif eden "ehli keyfe" hanımı daha kapıda sorgusual eylemiş,
Üstüme iyilik sağlık Osman Efendi, bu semer de neyin nesi? Ne ahırımız var ne eşeğimiz; bu semer bizim ne işimize yarar?
Osman Efendi gevrek gevrek gülümsemiş,
Oruç keyfi ile alıverdik hanım sultan; bakarsın bir başka gün aynı keyif ile bir de eşek alıveririm; günün birinde lâzım olur bakarsın!