Orta yolcu Müslümanlığın kaybı nasıl izah edilir?
The Times’a aralarında “bağzı” Türklerin de bulunduğu bir gürûh ilan vermiş, Gezi’den ötürü Türkiye’yi acı acı yermişler; önemli diplomatik çevrelerin buna benzer sert tepkileri olmuştu.
Üst üste konulup düz bakıldığında bu tepkileri anlamakta zorluk çekiyorum ve “dış mihraklar”ın, Türkiye’ye çamurlaşmak için bahane aradığını görüyorum ama yine de güzel işaretler değil bunlar. Bu küçük fiskeleri tamamlayan başkaca, özellikle iktisadi alâmetler de var. Her şeyden daha vahimi, gerginliğin artık bir tarz-ı siyaset olarak benimsenmiş görünmesi. Gerginlik safları sıklaştırmaya yarıyorsa da da karar mercilerini esir almış gibi sanki. O gergin ifadeler, o bir anlığına gelip giden acılı bakışlar ekranlardan görünüyor.
İşte bu çerçevede The Economist dergisinin Trabzon’daki Ayasofya’nın müzeden yeniden camiye dönüştürülmesi haberi mânidardır: Dergi, “İslâmcılar kazandı” diyor özetle. Haberin derdi de bu mesajı vermekten ibaret. 1964’ten beri müze durumundaki bir mabedi yeniden cami yapmak, itiraf edelim ki çoğumuzun kulağına hoş geliyor, gururu okşuyor, Fetih günlerinden bir zafer havası çağrıştırıyor; fakat bu esnada yapılan işin mahiyetini de tartışmaya kapatmayı ihmâl etmiyoruz. Tabudur! Tartışmaya kalkışanın sadece çenesini kapatmakla kalmaz, imanını, hatta sulbünü bile imbikten geçiririz. “Çelebi, her iş bitti de üzerinde isrâf-ı kelâm edilecek Trabzon Ayasofya camii mi kaldı yahu?” diye homurdanabilirsiniz; ben de aynı şeyi söylüyorum zaten! Nereden çıktı şimdi bu mesele veya bu soruyu şöyle teksir edebiliriz: “Üç kuruşluk basiretle çözebileceğimiz meseleleri niçin 300 kuruştan bile pahalıya mal olan usullerle çözümsüz hale getirmekte ısrar ediyoruz; niçin bazen durup dururken kendimize yeni problemler ihdâs ediyor, sonra da altında eziliyoruz?”
Bunlar sağlık alâmeti değil. Dilim daha fazlasına varmıyor. Gerilim filmlerinde yönetmenin tansiyonu yükseltmek istediği anlarda müzik gerginleşir, kurgu hızlanır, ses ve görüntü efektleri abartılır; bütün seyirci, “az sonra bir şeyler olacak” beklentisine girer ve genellikle bir şeyler olur. İşte aynen öyle bir asabi huzursuzluk içindeyiz. İnsanlar baş başa kaldıklarında, “Noolacak bu gidişatın encâmı?” diye kaygılarını bölüşüyorlar. Ne zaman birileri televizyonda konuşacak olsa, insanların kuvve-i maneviyesi zaafa uğruyor, “Yine mi aynı terâne?” sözü dökülüyor dudaklardan.
Otomobilden garip sesler yükseliyor, tehlikeli sarsıntılarla sarsılıyor, frenlerin lâçkalaştığını, yol çizgilerinin kaybolduğunu, zeminin aniden buzlandığını hissediyoruz. “Yahu galiba bir şeyler olacak; bunlar iyiye alâmet değil” diyecek gibi oluyorsunuz, “Oo, beyim, siz de mi Ulusalcı saflara geçtiniz, maaşallah maaşallah” türünden haksız, laubali kinâyeler, târizler yükseliyor.
Tuğrul İnançer’e isâbet eden iletişim kazâsına çok üzüldüm. Ne dediğini, neyi kasdettiğini çok iyi anlıyor ve aynen iştirak ediyorum; ki siz buna hafifletici sebep olarak iftara yakın saatlerde düşen kan şekerinden mütevellid bir asabiyetini de ilave edebilirsiniz. “Bu adam aslında ne söylüyor” demek zahmetine bile katlanmadan derhal bir linç kampanyası başlatıldı, bu haklı eleştiri bile ânında idarenin günah defterine yazılıverdi. Bu defterde idarenin irili ufaklı kabahatleriyle vahim iftiralar yan yana yazılıyor ve Batı ufkundan bakılınca Ramazan mahyası gibi şöyle bir cümlenin okunması murad ediliyor: “İslâmcılar kazandı!”
Keşke! Nihai planda kaybeden, bünyemizde vahim miktarda mevcut basiretsizlik iltihabı yüzünden bütün mutedil unsurlarıyla orta yolcu Müslümanlıktır. Cümle uzun oldu ama başka türlü de izah edilemiyor ki!