Ördek düdüğü
Makam aracıyla tatile çıkan ve basının diline düşünce “Ne olmuş makam aracıyla gitmişsem?” şeklinde enfes bir savunma geliştiren belediye başkanı CHP’liymiş. Zaten, “Bunda bir bit yeniği var!” diye düşünmüştüm haberi okuyunca; ancak, ‘devlet terbiyesi ve geleneği’nden murad almamış biri böyle savunma geliştirebilir çünkü…
Efendim, ‘devlet terbiyesi’ şunu iktiza ettirir: Evvelâ makam aracının markası ofsayt ve kesinlikle bir belediye başkanına yakışmıyor. Çıta Audi’den başlar ve yukarılara doğru yürür gider. İkincisi, bir başkanın makam otosuyla tatile çıkması hazin bir memur zihniyeti fantezisidir ve daha çevre yoluna çıkmadan basına düşmesi kaçınılmazdı; öyle olmuştur. Sâlisen, araca kendi cebinden benzin koymak da tipik bir CHP’li davranışıdır. Küçük hesaptır ve teferruatta kaybolmak anlamını taşır. “Çalışmaktan doğru dürüst tatile gidemiyorum!” mazereti daha da sâfiyânedir. Devlet tecrübesi olan bir kamu görevlisi, mesainin en güzel tatil olduğunu zaten bilir; daha doğrusu tatille resmi mesai kavramlarını zihninde farklı kompartmanlar halinde tutmak, acemice bir naifliktir. Başkanların, reislerin ve bilumum âmirlerin, bırakınız küçük gaflet anlarını, evinde, icabında makamında bile horul horul gecikmiş uyku borçlarını edâ etmeleri bile en yüksek kamu hizmeti kapsamındadır ve bunu bilmeyen birinin o âlî makamlara kadar varabilmiş olması, idarî sistemimiz bakımından tebessümle karşılanması gereken bir falsodur.
Bu faslı Ziyâ Paşa merhumun bir beyitiyle noktalıyorum; gerçi yaptığı acemilik, birkaç yıldan beri envâ-i türlüsüne şahit olduğumuz yolsuzluklar yanında ‘irtikâp’ filan sayılmaz ama beyitin mazmunu ‘cuk’ düşmüştür, dercediyorum:
“Milyonla çalan mesned-i izzette ser-efrâz;
Birkaç kuruşu mürtekîbin cây-ı kürektir”
Tık tık! Daha önemsiz konulara geçiyorum. Önemli bir devlet büyüğümüzün âni bir ilhamla buyurduğu, “Rus turistlerle birbirimize hasret kalmıştık!” beyanatı, Türk turizminde yeni bir safhanın, daha doğrusu Thomas Kuhn üstadımızın orijinal tâbiriyle yeni bir paradigmanın başlangıç fişeğini teşkil etmesi bakımından fevkalâde gönül-bahş olmuştur ve sahil yörelerinde turizmden geçinen sektörel yapı elemanlarının bu paradigmik dönüşümden heyecana kapılacakları muhakkaktır. Kıssadan hisse: Mevzu turist ise dost, düşman tefriki sadece bir teferruattır.
Dost-düşman konusu açılınca aklıma geldi. Geçenlerde, ‘devlet terbiyesi ve geleneği’ konusunda ordinaryüslük pâyesini tek başına temsil edebilecek kadar değerli bir siyasetçimizin, “Artık içerdeki dostlarla da barışma zamanı gelmedi mi?” yollu son derece zarîf, mahçub ve üslûplu bir tavır değişikliği tavsiyesinde bulunması, medya mahallesinde eğlenceli bir kavga tetiklemiş bulunuyor. Bu dikkate değer paradigma değişikliğinden sonra, “İsraille, Putin’le, hatta Sisi’yle bile sarım-gülüm olduğumuz bir dönemde en azından kendi vatandaşlarımızın üzerine topla-tüfekle gidip, en azından evlerini başlarına yıkmasak olmaz mı?’ diye düşünenlerin gaza gelip, sepetlerinde ne kadar hüsnüniyet pamuğu varsa ortaya dökmemelerini nâçizâne tavsiye ederim. Bu gibi pembe lâflar, marangoz tâbiriyle yoklama mâcununa benzer. İnce bir macun tabakası çekilince satıhtaki pürüzler ve çukurluklar net bir şekilde açığa çıkar ve büyük usta, ‘düztaban’ da tâbir edilen hunhar el planyasını çekerek, “Siz hâlâ niçin yaramazlık ediyorsunuz bakayım; al sana, al sana!” diyerek bilumum çıkıntıları tesviye -affedersiniz- tasfiye eder (Bakınız Serbest Fırka tecrübesi).
Buradan matbuattaki ayran gönüllü ‘düşmanları azaltıp dostları çoğaltalım’ lobisine sesleniyorum; sâfiyetiniz bana ördek düdüğünün sesini besili ‘Suna’, egzoz patlamasını Ramazan topu zannederek yeldir-yepelek ortalığa dökülen safdillerin hâlini hatırlatıyor.
Aman ha; tam sadâkat ve biâta devam; safderûnluğun lüzûmu yok!