Öngörümüzü kaybettik: Hükümsüzdür!
Çok değil, bundan bir ay önce, en sıradan, en sâde vatandaş bile önünü rahatlıkla görebiliyordu; yeni Cumhurbaşkanımızı seçecektik; nasıl seçeceğimiz, kimlerin seçilebileceği, seçimin usulü erkânı belliydi.
Hepsi "muhkem bir kitap"ta yazılıydı ve herkes o kitabın "muhkem" olduğunu varsayıyordu.
Sonra o kitabı "muhkem" tutmakla görevli mahkemenin şaşırtıcı bir kararıyla, "bir kısım maddelerin" hiç de muhkem olmadığını görünce sendeledik; bunların duruma göre "yersen yoğurt, içersen ayran" kıvamında olduğunu, muhkemlik ne kelime, insanda bu haliyle esneklikten ziyade bir jöleyi andıran bir belirsizlik ihtiva ettiğini anladık. Bu, hiç de hoş bir duygu değildi; bundan böyle -faraza- 102. madde üzerinde uygulanan yorum genişliğini hangi maddenin üzerine koysanız, muradının tam tersi mânâlar çıkarmak mümkün olabilirdi.
Herkesin anlaması için kaleme alınan anayasa metnini, falcıların "bakı tası"na çeviren bu bürokratik müdahaleyi herkes, -olması gerektiği gibi- saygıyla karşıladı fakat üretilen şu yeni içtihatla toplumla devlet arasındaki mesafenin nasıl ve ne kadar aralandığı henüz hesaplanmış değildir ve bugünlerde kimse böyle hesaplara aldırış etmiyor.
Yaşadığımız bunalımın mühendislik hesabını yapanlar, bir toplumsal mutabakat belgesi olarak anayasanın güvenilirliği üzerinde ne kadar derin bir tahrişte bulunduklarını fark etmişler midir dersiniz?
Aradan bir ay geçti ve biz şimdi yarın ne olacağını öngöremez durumdayız: Seçimler vaktinde yapılabilir, sonbahara ertelenebilir veya hiç yapılmayabilir; Cumhurbaşkanını halk seçebilir, seçmeyebilir veya derin bürokratlar kendilerine yeni bir cumhur seçebilirler; savaşa girebiliriz, Irak'ta ABD ile veya Peşmergelerle çatışabiliriz; iktisadi kriz çıkabilir, ordu yönetime el koyabilir, iç karışıklıklar tehlikeli boyutlara varabilir...
Moda tâbirle taş da düşebilüü, ayu da çıkabilüü...
Bu bulanıklık içinde hâlen aklıselim yardımıyla öngörebileceğimiz yegâne şey, olup bitenlerle zihni içinden fil geçmiş züccaciye dükkânına dönen ahalinin, edilgenliğinden sıyrılarak fena halde "etkin" bir demokratik tepkiye hazırlandığıdır. Bu tepki doğru adrese yönelmeyebilir, ölçüsüz ve irrasyonel de olabilir. Neticede hükümeti hatâ ve sevâbıyla seçim kantarına çıkarmamak için âdeta muhâli zorlayan çevreler, içtimai şuurun denge cihazına fena halde zarar vermiş de olabilirler. Bu gibi şeyleri kestirmek mümkün değil artık; öngörümüzü kaybettik, hükümsüzdür! Düz mantık sukut etti; kaotik mantık işbaşında. Ulus'ta patlayan bombanın pim izini Kuzey Irak kırsalında süren bir akıl yürütme tarzı, canı çektiğinde her cinsten kaosu gündeme getirebilir.
Demokratik ülkelerin açık toplumları, gelecekleri öngörmek ve planlayabilmek saadetine sahiptir; bizde ise anayasanın en bükülmez hükümleri bile sade vatandaşa "bu böyle yazıyor ve böyle olur" güveni veremez hale getirildi. Maazallah ikinci bir patlama ile, derin bürokrasinin Türkiye'yi hangi bilinmezlikler berzâhına sürükleyebileceğini -eminim ki- kendileri bile öngörememektedir.
Olumsuzlukların birbirinin ardına sıraya girdiği talihsiz dönemler vardır; öyle bir akış içinde değildik ama "derin bürokratik öngörü" ile öyle bir berzâha girdik. Akıl tutulması devam ediyor.
Bugünlerde "durum bildiğiniz gibi değil, normal bir zamanda yaşamıyoruz" diyerek saf değiştiren ve yaptıklarını mâzur göstermek için kendi korkularını halka bulaştırmaya kalkışanların haklı olduğu tek nokta var: "durum hakikaten bildikleri gibi değil".
El birliği ile büyüttüğümüz korkulardan korkuyor ve zincirleme tepki ile korkuyu bulaşıcı hale getiriyoruz.
İddiaya varım ki, bugünün Ankarası'nda ürkütenler, ürkütülenlerden daha fazla şey biliyor sayılmazlar.