Öngöremeyeni öngörürler

"Batı" kavramı, bizim Jöntürk takımı için II. Dünya Savaşı ertesine kadar Avrupa odaklı bir mânâ çerçevesi içindeydi; ikbâlini AB'de görenlere bakılırsa, bugün de kavram aynı çerçevesini koruyor gibidir. Oysa ki Avrupa, II. Dünya Savaşı'ndan sonra politik, fikri ve kültürel ağırlığını kaybetti: AB'nin temelinde biraz da ABD'ye Avrupa kıtasında duyulan ürküntünün izleri var.

Amerikan hayat tarzı Avrupa'yı esir aldı; Avrupa dilleri câzibesini kaybetti. Bütün dünyayla beraber Avrupa kıtası da Amerikan filmleri seyrediyor ve o hayat tarzına özeniyor. Avrupa'nın kalpgâhında zuhur eden Bosna ve Kosova ihtilâfları ancak ABD'nin müdahalesiyle yatıştırılabildi. Artık sır değil; Avrupa'nın bahtı sönerken Atlantik ötesindeki dünya imparatorluğunun yıldızı yükselmekte.

Dünya piyasalarına karşılıksız dolar pompalayarak ekonomik zaafiyetlerini perdelemeye çalışan ABD, Euro'nun reel yükselişi karşısında kapıldığı paniği, AB'yi doğudan kuşatarak savuşturmaya çalışıyor, daha doğrusu ABD, dünyayı işgal ediyor. Bu hengâme içinde Türkiye'nin pozisyonu acıklıdır. 20. yüzyılın ilk çeyreğinde "Devlet"i Aliyye"i Osmaniye"nin yerine kurduğumuz Cumhuriyet'in dış politika vizyonu tamamen çöktü ve yerine neyi ikâme edebileceğimizi henüz bilmiyoruz; bu kararsızlık ve şaşkınlıkta, resmi ideolojinin temel kabullerini sarsılmaz zanneden iyimserliğimizin de büyük hissesi vardır. AB'ye üyelik fikri, kararsızlığımızın izâlesi için mucizevi bir şekilde ortaya çıkmış bir fırsatı andırsa da şaşkınlığımızı perdelemek ve gizlemekten başka fonksiyonu yoktur. Bana göre AB, kaybeden attır ve hiçbir basiretli kumarbaz, kaybedeceği âşikâr ata oynamaz. "Basiretli kumarbaz" da olur mu demeyiniz, en azından basiretsizinden evlâdır!

ABD, niçin Irak'ı işgal ederken Türkiye'nin burnunu sürtme tavrını geçici bir politika olarak pek benimsemiş görünüyor? Bana göre bu sorunun iki cevabı var; evvelâ ABD, Türkiye ile yüz yüze gelmeden Ortadoğu'da kalıcı adımlar atmasının imkânsız olduğunu bilecek derecede basiretli kumarbazdır; ikinci cevap kendiliğinden beliriyor: ABD Türkiye'yi siyasi ve ekonomik zaafın en yüksek noktasında yakalamışken oyunu kazanmak isteyecektir. Türkiye'yi mutlak mânâda destablize etmenin nihai adımı, iç ve dış kamuoyunda büyük prestije sahip Türk Silahlı Kuvvetleri'nin itibarını silmekle olur. Bizi Kuzey Irak'a sokmamak ve bölgede Türk Ordusu yerine Barzani ve Talabani milisleriyle yüksek seviyede işbirliği yapmak suretiyle bu planlarında büyük mesafe aldılar. Süleymaniye'deki Türk askeri timinin adi zanlılar gibi tutuklanıp derdest edilmesi ise aynı psikolojik harekâtın parçasıdır.

Son onbeş günün gazetelerini dikkatli okuyanlar ABD'nin Kuzey İran'daki Azeri nüfus üzerinde de daha şimdiden etkili çalışmalara başlamış olduğunu fark etmiş olsalar gerektir. ABD, muhtemel bir İran harekâtında sayıca 30 milyon civarındaki muhalif Azeri topluluğunu kendi yanına çekmek için ilginç hesaplar peşinde. ABD, Türkiye Cumhuriyeti'nin kendi hudutları haricindeki Türk asıllı nüfusu kontrol ederek ve baskı altında tutarak onlar için hîn"i hâcette Türkiye'nin bir siyasi seçenek teşkil edemeyeceğini iri harflerle vurguluyor ve bize şu mesajı veriyor: "Siz domestic (evcil, içine kapanık, kendi mahalline dair) bir ülkesiniz ve öyle kalacaksınız!"

"E, ne var bunda, biz zaten yıllardır dış politikamızı bu esaslar üzerinden yürütmüyor muyduk?" diye şaşakalanımız var mı hâlâ?

Amerika, reflekslerimizi kontrol ediyor; "Günün birinde hortlaması muhtemel Osmanlılık belirtileri tamamen körelmiş midir?", emin olmak istedikleri husus bu bence.

İki hafta önceki Aksiyon'da, "günün birinde ABD ile politik bir zıtlaşma içine girersek ne yaparız" sorusunun cevabını aramıştım kendimce; yazının son cümlelerini sizlerle paylaşmak isterim: "Sıralamaya çalıştığım kötü ihtimâller içinde en kuvvetli olanı, sıcak çatışma şartlarına girmeksizin Türkiye'de ABD politikalarının ağırlığını hissettirmesidir; çatışmadan yenilmek: İhtimâllerin arasında elbette bunu da kaale almalıdır. Bu kâbus senaryosunun tahrik etmesi gereken zihni egzersizlere şu günlerde büyük ihtiyaç duyuyoruz. Olacakları önceden kestirebilmek ve muhtemel davranış senaryoları hazırlamak, öngörememekten daha iyidir."

Pazar günü öğle saatleri itibariyle böyle bir "öngörü" geliştirmemiş olduğumuz anlaşılıyordu. Hükümet'in durağanlığı öngörü eksikliğinin göstergesidir ve sadece hükümete hamlolunamaz; yıllardan beri bu ülkede hükümetlerin siyaset geliştirememesinin sebepleri üzerinde durmayacağım, ama ara sıra lâzım oluyor işte.

Ne dersiniz, AB'ye girmiş olsak, ABD gülden nazik hâtırımızı sayar mıydı meselâ?


Kaynak (Arşiv)