Ölümünün 20. yılında yeni bir Cemil Meriç portresi
Cemil Meriç 13 Haziran 1987'de vefat ettiğinde, ardında kayda değer miktarda okuyucu ve hayran kitlesi bıraktı; bu kitlenin içinde -Cemil Meriç'in tâbiriyle "sol intelijansiya"dan- pek az insan vardı; ona kısaca "sağcılar" diyebileceğimiz bir okuyucu kitlesi alâka göstermiş ve Cemil Meriç'in yazdıklarında kendi zihin dünyalarını genişleten ve daha önemlisi ibrâ eden bir anlam bulmuşlardı.
Dücâne Cündioğlu, bu yıl içinde birbiri ardısıra Cemil Meriç hakkında yayınladığı üç ciltlik araştırmasıyla fikir hayatımıza çok değerli bir katkı yaptı: Bir Mâbed Bekçisi, Bir Mabed İşçisi ve Bir Mabed Savaşçısı (Etkileşim Yayınları) adlarıyla tamamlanan eser, okuyucusunun önüne yeni bir Cemil Meriç portresi koydu. Bu üç ciltlik eserin ana temâsı fikirle hayat arasındaki mutabakat veya çelişki diye tarif edilebilir. Bugün, vefâtının 20. sene-i devriyesinde Cemil Meriç'i, eserlerinden okuyarak tanıyanlar, Cündioğlu'nun büyük emek mahsulü eserinde tasvir edilen Cemil Meriç'in farklı ve hatta yadırgatıcı bir çehresiyle karşılaşacak, kısaca fikirle hayat, yazıyla şahsiyet arasındaki mesafeyi hissedip düşünceye dalacaklardır.
Bu zihnî mukayese işlemi neticesinde okuyucunun, "Hangi Cemil Meriç'e itibar etmem gerekiyor?" sualine kendince bir cevap bulmasını yeterli görmeyenlerdenim; bu cevabı vermek kolaydır ve Cündioğlu'nun eserini okuyanlar Cemil Meriç'in fikirleriyle hayatı arasındaki yer yer yadırgatıcı mesafeleri görerek kolayca bir hüküm verme temayülüne gireceklerdir. Kaldı ki ben Cündioğlu'nun bunca zahmeti ihtiyar ederek Cemil Meriç efsânesini yerle bir etmek gibi basit bir hesap peşinde bulunduğunu zannetmiyorum.
"Anlamak affetmektir" sözünü vaktiyle kimin söylediğini hatırlamıyorum; ama bu sözün tekabül ettiği gerçekliğe defalarca dokunmuş biri olarak isabetinde hiç tereddüd etmedim. Hüküm verip yargılamak, en kolay olandır ve sıradan okuyucu yargılamaya bayılır; çünkü yargılamak, okuyucuda, ilgilendiği meselenin bir parçası olduğu yolunda sahici bir zevk uyandırır; buna mukabil anlamak, hüküm vermekten çok daha fazlasını gerektiren meşakkatli bir süreçtir; işte bu meşakkattir ki yargılayanla yargılananı aynı faz üzerinde titreşmeye davet eder. O zaman affedersiniz; çünkü yargılamaya kalkıştığınız, bir mânâda sizin hikâyenizdir ve insan kendini affetmeye herkesten ziyade teşnedir. En yüksek yargıcın karşısında inananların "affedilmek"ten daha büyük bir beklentisi ve ümidi yoktur; karîne ile biliriz ki, yaptıklarımız ibrâ edilmemize yetecek derecede sâlih işler değildir. Affedilmeyi umduğumuz o yüksek mercî ise, bizi en iyi tanıyan ve anlayandır; affı, işte gizli gerekçeyle ümid eder ve bekleriz.
Cündioğlu'nun eseri, evet, Cemil Meriç efsânesini yerle bir etmekte ve fakat Meriç'in hayatıyla yazıları arasında nelerin cereyan ettiğine dair çok değerli iç mâlumat sunmaktadır. İnsan ise işte o iki dramatik kutup arasında bir yerlerde hakiki çehresiyle tecessüm edebiliyor. Söylediklerimizle yaptıklarımız esas alındığında hepimizin buna benzer bir dramatik savruluşu mutlaka fark edilir. Babıali'sinde Necip Fazıl, Burhan Toprak'ın "hayat mı eser mi?" meselesinin etrafında dört dönen, ama son nefesine kadar meselenin sırrını delemeyen dramından bahseder; aynı dram sadece Burhan Toprak için değil, Necip Fazıl ve yaşadığı için yeryüzünde iz bırakmış her fâni için geçerli bir meseledir. Şimdi biz Cemil Meriç'in hayatı ile eseri arasındaki ilintileri anlamamıza yardımcı olacak hayli etraflı bir araştırmaya sahibiz ve bu imkâna fiilen sahip olmak, bizi hayli sorumluluk isteyen bir mevkie sürüklüyor: Cemil Meriç hakkında hüküm vermek, durgun suların üstünde salınan en câzip, kolay ve tehlikeli seçenek; zor olan ise empati yoluyla başkalarına ilaveten kendimizin de "hayat-eser" mesafesinde nerelere savrulabildiği hakkında sahici ve cesur bir iç bakış geliştirmektir.
Dücâne Cündioğlu'nun eserinde zâhir olan Cemil Meriç, şahsen bende bir hayal kırıklığı uyandırmış değildir; bilakis, "sebep anlaşılınca şaşkınlık zail olur" sözü doğrultusunda hayranlığın anlayışa, perestişin sevgiye dönüştüğünü, bu hayat tecrübesinin bazı ayrıntılarına vâkıf olmakla, bu defa farklı bir istikamette zenginleştiğimi hissettim; çelişkiyi fark etmenin insanda alelacele uyandırdığı o gizli zevke benzer bir şey değildi bu; belki sadece anlamaktı.
Eğer bakış açısı anlamı değiştiriyorsa, Cündioğlu'nun eseri de klasik bir Meriç okuyucusunun zihnindeki imajı sarsacaktır; ama neticede daha anlaşılır ve daha "cismânî" ve daha çok boyutlu bir insanla karşılaşmanın, önceki kabule nisbetle daha zenginleştirici bir tecrübe olacağını düşünüyorum. Neticede biz sıradan insanlarla Afrodit'in karın boşluğundaki organların aynı olduğunu bilmek, çoğumuzun fark etmeden bir ömür tükettiğimiz nüktelerdendir.
Vefatının 20. yılında Cemil Meriç'e rahmet dilerken, Cündioğlu dostuma "ellerine sağlık" diyorum; fark ettirdikleri için...