Ölüme ve şiddete değil; hayata ve barışa
Bir grup Çeçen teröristin propaganda maksadıyla otel basması, eskiden solcu oldukları rivayet edilen bir kısım basın mensubunun yürek yanığını âşikâr eden bir turnosol kâğıdı vazifesi gördü.
Hemen en alaycı ve kindar gülücüklerini takınarak içlerindeki ukdeyi istifrâ ettiler. Bu, çok basit bir mantık terazileme gayretiydi: "Sol terör varsa sağ terör de vardı; üstelik bu teröristler, hükümetten, muhalefetten, polisten ve kamuoyundan himaye görüyorlardı."
Biz bu dengeleme mantığını çok iyi tanıyor ve hatırlıyoruz. Gençliğimizin on yılı, sol terörü ve saldırganlığı açıkça kınamayı içine sindiremediği için, ukdesini karşı tarafa yansıtarak şiddeti mâzur göstermeye çalışan idrak fukaralarının zehirli propagandası ile geçti. Bugüne kadar PKK terörünü bu kadar cepheden ve belirgin bir tavırla kınamaya dili dönmeyenler, sol terörün en daniska numûnelerini meşrû göstermek için kırk dereden su getirenler, birdenbire antiterör cephesinde buluşuverdiler. Eğer bu dengeleme mantığı vaktiyle Türk basınında (ki bu kapsama TRT de girer) bu derece etkili olmasaydı, 12 Eylül'den önceki on yılı daha az hasarla atlatabilirdik. Neticede bu dengeleme oyunu, antitezini icada muvaffak oldu; "Sağda ve Solda Vuruşanlar" artık bir heyûla değil, kirli bir memleket gerçeğiydi.
Türkiye'de muhafazakâr, dindar ve maneviyata değer veren zümrenin silaha sarılması için sebep yoktu; bu sebep icat edildi. "Sağ"ın devletle, düzenle, sistemle hesabı yoktu, halk ihtilali veya proletarya ayaklanması gibi bir ütopyaları da yoktu. Sistem ara sıra müdahale ederek geriletse de genel seçimlerde çoğunluğu sağlayarak hükümet olabiliyorlardı. Nitekim 12 Eylül'den sonra nadir istisnalar dışında hemen hiç "sağ eylem" görmedik; çünkü bu zümre "hâlin muhafazası" dışında radikal tepki gösterme geleneğine sahip değildir. Buna mukabil sol, önce Doğu Anadolu'da dağa çıkarak Cumhuriyet tarihinin en ciddi ve en kanlı iç krizine yol açtı; büyük şehirlerde ise buna paralel olarak ayrı isimler halinde örgütlenerek silahlı şiddet eylemlerine imza attı. Bu örgütler hâlâ faaliyetlerini sürdürüyor, örgüt ideolojisini diri tutmaya çalışıyor ve propaganda cihazını 12 Eylül öncesinden çok daha tesirli şekilde çalıştırabiliyorlar. Ukde buydu işte; sol terör örgütlerinin toplumda hiç kredisinin kalmadığı, sosyalist fikriyatın siyasi planda iyice marjinalleştiği bir ortamda, sol terörün varlığını mâkul gösterecek bir denge unsuruna ihtiyaç vardı; Çeçen teröristler sadece dâvâlarını Türk kamuoyu nezdinde çok kötü bir şekilde temsil etmiş olmadılar, birilerinin mumla aradığı "denge unsuru"nun adresini de göstermiş oldular. İşte vaktiyle kendini solcu zanneden bir kısım eski tüfek kalem erbâbını keyfinden dört köşe eden iltihap drenajları böylece zemin buldu.
Halbuki neredeyse beş senedir Abdullah Çatlı'nın trajik hayat hikâyesinden avantüriye ayrıntılar makaslayarak sağ terörün bu defa devletle işbirliği yaptığı ve o yüzden suskunlaştığı tezini işliyorlar; ama mızrak çuvala sığmıyordu, ne garip kıyafetleriyle folklor ekibini andıran Aczîler bu mânâda yaraya merhem oldu, ne de her yıl birkaç üniversitede fişteklenen sürahili"bardaklı kantin kavgaları. Bariz ve saklanamayan gerçek Türkiye'nin terör gündeminde sadece sol menşeli örgütlerin varlığı idi. Kayda hâcet var mı? Swissotel baskınını asla tasvip etmiyoruz; otel basan teröristlere sempati beslemiyoruz; tam aksine terörün her cinsini, "ölüme yatırılan" ve hayat hakları dahi teröre propaganda malzemesi yapılan gençlerin sırtından yürütülen psikolojik terör de dahil bütün terör gayretlerini açıkça kınıyoruz.
Bunları geçelim artık; iptidai dürtülerin, dar asabiyye saplantısı ile beslenen basit ve mânâsız kamplaşmaları körüklemek mârifet değil. Mârifet bunların fevkine yükselmekte; ölüme ve şiddete değil, hayata ve barışa teveccüh etmekte.