Okçuluk hünerini korumak

Beni en çok eski tarz üzre ok ve yayların yeniden imâli heyecanlandırıyor; fakat olimpik okçuluktan başlamak üzere, okçuluğun birbirinden farklı yönleri üzerinde gündelik hayata yeni bir menfez açmak artık mümkün.

"Hocam" diyor telefondaki ses, "sizin bilginiz olabilir; Ankara'dan bir hocamız eski Türk ok ve yaylarının yeniden imâli ile yakından ilgileniyor. Elinizde bu konuya dair tarihi kaynak, bilgi, doküman cinsinden şeyler mevcut ise çok makbule geçecektir."

Zihnimi yokluyorum: Benim okçuluk sanatı ile yegâne münasebetim çocukluk yıllarının bostanlı günlerinde, kavaklar budanırken denk düşürdüğümüz uzun dalların iki ucunu kertip araya bir sicim bağlamak suretiyle yaptığımız basit şeylerden ibaret. Daha sonraları kavak dalının tez kırıldığını farkedip, erik ve iğde dallarına, sicim yerine bisikletlerin fren tellerine terfî ettiğimiz de olmuştu. Hatta bir ara hızımızı alamayıp ok şeklinde yuvarladığımız çam çıtalarının ucuna binbir zahmetle şekil verdiğimiz sivriltilmiş demir parçaları da sarmıştık da, meselenin nasıl vahim yerlere uzanabileceğini farkeden büyüklerimizin sert tenbihiyle hevesimizden vazgeçmiştik hani...

Belki heves itibariyle okçuluğa başlangıç için böyle bir hareket noktası cesaret verici sayılabilir ama çocukluk yıllarında filizlenip küllenmiş bir meşgaleden bahsediyoruz.

-Hayır, cevabını verdim, "eski Türk yaylarını yeniden imâl etmek çok heyecan verici bir fikir ama işe yarar yardımım sözkonusu olamaz maalesef."

-Peki hocam, yay yapımında kullanılan manda boynuzu, sinir gibi ham maddeleri nereden temin edebileceğimiz konusunda bir fikriniz var mı?

İtiraf edeyim ki, o âna kadar yay imâlinde bu gibi organik maddelerin kullanıldığını bilmiyordum ama en azından artık şu gerçekten haberdardım: Bir yerlerde bazı sıradışı adamlar, son derece ilgi çekici ve heyecan verici işlerle uğraşıyorlardı ve okçuluktan ziyade bu insanların, ilerlemiş yaşlarına rağmen amatörlük heveslerini korumaları çok dikkat çekiciydi.

Aradan bir ay bile geçmeden o adamlardan biriyle tanışmak zevkine eriştim. Prof. Dr. Metin Orhan'ı size nasıl tasvir edeyim: Evvelen diş hekimi, ortodontist (yanlış bilmiyorsam diş hekimliğinin "çene" ile ilgili dalı), öğretim üyesi ve okçuluk amatörü. Uzunca boylu, sağlam yapılı, esmer, bana nedendir bilmem rahmetli Dündar Taşer'in fotoğraflarından akseden sıcaklığı ve bilgeliği hatırlatan bir sıradışı insan.

Sohbete başladıktan yarım saat sonra içimden şöyle bir sesin yükseldiğini hissettim: "Bu tam benim işim, ben de okçuluk sanatının en azından bir seyircisi, destekçisi, takipçisi olarak deftere yazılmak istiyorum!"


Elbette bütün mesele sadece ok ve yaydan ibaret değil. İşin kabaca sınai yönü var, sanat tarafı var ve bütün bunlardan sonra spor, eğlence, eğitim hatta tasavvufla ilgili yanı var; her yönü ile cezbedici bir anafikir. Metin Orhan Bey'in bana hediye etmek nezaketinde bulunduğu "Türk Okçuluğu" adlı ilmi kitabın sayfalarını karıştırırken meselenin ilmî ve tarihi boyutunun, en az ötekiler kadar sürükleyici olduğunu farkediyorum. Bu eser, Atatürk Kültür Merkezi Yayınları arasında 1999 yılında neşredilmiş. Yazarı Doç. Dr. Ünsal Yücel. Zannımca okçuluk tarihi ve okçuluk zanaatının (aslında 'sanat'ının demek lazım) gelişimi konusunda Türkçe'de kaleme alınmış en derli-toplu eser olmak mevkiinde. Kitabı inceledikçe, 1986 yılında henüz 51 yaşında Hakk'ın rahmetine kavuşan yazarın ne kadar saygıdeğer bir yöneliş ve merakla konuya eğildiğini anlıyorsunuz. Kitap, okçuluk hakkında genel mahiyette bilgilerden sonra özellikle Osmanlıların gündelik hayatında okçuluğun ne kadar önemli bir yer tuttuğunu gösteren örneklere yer veriyor. Meselâ bir savaş sanatı olmasının haricinde okçuluğun eski İstanbul'da gündelik hale gelmiş bir spor boyutunu kazandığını, "hedef ve menzil okçuluğu, okçulukla ilgili hüner ve gösteriler" başlıkları altında gündelik hayatın sık rastlanır bir ayrıntısını teşkil ettiğini öğreniyoruz. İkinci bölümde yay ve ok imâli anlatılmakta. Bu kısma göz gezdirirken okçuluk sanat ve zenaatinin âdeta bir endüstri halinde teşkilatlanıp kendine mahsus standartlar geliştirildiği, uygun hammadde sağlanmasının bile kanuni düzenlemelere bağlandığını da görüyoruz. Nişantaşı, Okmeydanı gibi artık anlamı kaybolmaya yüz tutmuş semt isimlerinin menşeini nereden aldığını belki meraklıları hâlâ hatırlıyor olabilirler ama sırf bu maksada hizmet etmek ve desteklemek için vakıflar tesis edildiğini, tekkeler kurulduğunu, okçuluk ve okçulukta kullanılan yardımcı araçları üreten zenaat gruplarının nasıl örgütlendiğini bilmek, artık sıradışı mâlumat olmaktan çıkarak kitap çapında bir ihtisas konusu haline gelmiş bulunuyor.


Aksiyon'un geçen sayısında "Golf doğudan yükselecek" başlıklı dosyayı görünce, hayli zamandır bekletip durduğum okçuluk meselesine eğilmenin zamanıdır diye düşündüm. Türkiye'de batı menşeli sporlar hakim; futbol, basketbol gibi çok tanınan türlerine ilaveten rugby, Amerikan futbolu, kriket, badminton, buz hokeyi gibi sporlar da filizlenmeye başladı. İtirazımız yok ama gündelik hayatın ayrıntılarında bu kadar "Amerikanize" olmanın da pek mânidar olmadığını zannediyorum. Milli spor denilince akla sadece güreş geliyor artık. Uzakdoğu dövüş ve savaş teknikleri hakkında raf dolusu Türkçe yayın bulunabilirken tarihi sporlarımızı ve hünerlerimizi hayatın içinden çıkarıp müze camekânlarında tecrid ediyoruz. Çok bilinen cirit bile Doğu Anadolu'da yılın belli günlerinde tekrarlanan bir seyir sporu haline geldi.

Böyle bir vasatta bazı insanların meslekleri haricinde zaman ayırarak Türklerin tarihi okçuluk birikimini yeniden hayata döndürmek için çalışması takdirin de ötesinde yoğun ilgi ve destek gerektiriyor. Bu konuda (www.kemankes.com) isimli internet sitesinde tarihi okçuluğa dair başlangıç bilgilerine erişmek mümkün. Sitede ayrıca çalışmalara katılmak isteyenler için üyelik formu da yer alıyor. Üye olmak için bu sitede verilen adrese e-mektup yolladımsa da karşılığında İngilizce form gönderilmesi yüzünden bir türlü beceremedim. Siteyi yönetenler bu küçük pürüzü düzeltebilirlerse çok iyi olur.

Bu arada, yukarda bahsettiğim "Türk Okçuluğu" isimli eserin yeniden ama daha cazip bir baskı tekniği ile basılarak okullara ve gençlerin rahatça erişebileceği yerlere ulaştırılmasını temenni ediyorum.


Beni en çok eski tarz üzre ok ve yayların yeniden imâli heyecanlandırıyor ama olimpik okçuluktan başlamak üzere, okçuluğun birbirinden farklı yönleri üzerinde gündelik hayata yeni bir menfez açmak artık mümkün. Günün birinde her şehirde, her üniversitede, her spor kulübünde okçuluk dalında hizmet veren kulüplerin faaliyete geçtiğini, amatör okçuların çığ gibi büyüyerek spor hayatımıza yeni bir boyut ilave ettiğini de görürüz inşallah.

AKLINIZDA BULUNSUN: AKUSTİK'TEN "BOŞ YOK" ALBÜMLERİ

Türk Musikisinin yaşayan en iyi kadın seslerinden Melihat Gülses yeni bir albüm yayınladı: "Narçiçeğim 2". Akustik Yapım'ın yayınladığı albümdeki eserler, sanatçı tarafından seçilmiş. Zor beğenenler için tam bir musiki ziyafeti. Sanatçıyı medhetmeye ise lüzum görmüyorum.

Aynı firma, son günlerde hayranı gittikçe artan klarnet albümlerine bir yenisini ilave etti. "Nefesim" adını taşıyan bu çalışmayı klarnet sanatçısı Serkan Çağrı seslendirmiş. Ciddi emek mahsulü bu albümü zevkle dinliyorum.

Peki, hâlâ Mevlevî âyini besteleyebilecek çapta sanatkârlarımızın varlığından haberiniz var mıydı? Bestekâr Ahmet Çalışır'ın Hicazkâr Mevlevi âyinini dinlerken Mevlânâ türbesinde gerçekleştirilen semâ gösterisini de seyretmek isteyenlere Akustik yapım firması, VCD ve DVD formatında iki kültür ziyafeti sunuyor. Bilgi için www.akustikyapim.com


Kaynak (Arşiv)