O yazıyı bana kim ve nasıl yazdırmıştı?
Onbirinci aydayız. O yazının yayın tarihi, birinci ayın sonu: 25 Ocak 2014 Cumartesi. Aradan on ay geçmiş...
Yazının başlığı, “Turfa müneccim”di. Başlıkta, Ziya Paşa’nın Tercî-i Bend’indeki meşhur, “Yıldız arayıp gökte nice turfa müneccim/ Gaflet ile görmez kuyuyu reh-güzerinde” beytine açık atıf var. Turfa (veya turfe), acemi, genç, henüz işinin ehli olmayan mânâsına geliyor.
Yazı meşhur oldu, bir bakıma ‘kötü yola düştü’ de denilebilir zira on aydan beri, “bu yazıda kastedilen turfa müneccim ben olsam gerektir” diye düşünen kişi, sesinin duyulduğu, elinin eriştiği her yerde şu iddiayı tekrarlayıp durdu: “Bu yazı, yazarına yazdırıldı; bana operasyon yapıldı. Hakarete uğradım vs.” dedi.
Bu, onur kırıcı bir suçlama ve sahibine hiç yakışmadı; on aydan beri her vesile ile tekrarlanan bu iddialara benim bir cevap vermem gerekirdi ama sustum, sabrettim. Mânidar suskunluğum iddia sahibine tesir etti mi bilemem; bu arada o da “artık konuşmayacağım, yeter, ailem üzülüyor” diye açıklama yaptı fakat bu defa medyadaki ahbabları, onun kaldığı yerden “Bu yazı yazdırıldı; operasyon yapıldı” iddiasına devam ettiler. Yine sükût edebilirdim fakat bizde böyle sükûtlar genellikle anlaşılmaz, kötüye yorulur ve “ikrar” gibi anlaşılır. Kayıtlara da hitap etmek lâzım. Sırf o sebeple o yazının niçin, nasıl, hangi sebeple yazıldığını burada açıklayacağım.
*
O gün haftalık radyo programı için radyo binasına gittim; yayından önce yönetici arkadaşla oturup her zamanki gibi onbeş-yirmi dakika sohbet etmek ve çay içmek üzere odaya giriyorum lâkin arkadaşımda olağanüstü bir telâş hâli var...
Her zaman tertipli duran masası karmakarışık; gözler çekiliyor, içindeki evrak, gazete kupürleri, dergiler vs. elden geçiriliyor; masanın üstünde birtakım CD’ler görüyorum. Üzerlerinde özel kalemle hatim, dua, karışık şarkılar, ilahi albümü gibi notlar yazılmış. Bazılarını kırıp çöp sepetine attığını görüyorum. Bir mânâ veremiyorum. N’oluyor yahu, hayrola?
Açıklıyor; diyor ki özetle, her an bir polis baskınına uğramak ihtimâli varmış...
-Ee diyorum; ne olur polis basarsa; bir suç delili filan mı var ki ortadan kaldırmaya çalışıyorsun?
Öyle değilmiş; birkaç gün önce bir personelin, kurum bilgisayar sistemine garip birtakım belgeler yüklemeye çalıştığı tespit edilmiş; bunun üzerine bütün sorumlu personelin dikkati çekilmiş; her türlü sahte belge yerleştirme, uydurma delil üretme ihtimâline karşı uyanık olunması tembihlenmiş... Mâlum, devir fitne devri...
-İyi de dedim, şu CD’leri niçin kırıyorsun; bunların üstüne sonradan yükleme filan yapılamaz ki; ilahi CD’si bulundurmak ne zamandan beri suç oldu?
Kendisini benden daha iyi biliyor elbette, yılların yayıncısı; ne var ki, “Kötü şeyler olacak, gizli örgüt ithamıyla baskınlar yapılacak, sahte delil yerleştirilecek, bazı arkadaşlar toplanıp emniyete alınacaklar” yollu haberler öyle kötü tesir yapmış ki, tedbirin dozu mâkul noktayı aşmış. Arkadaş çok temiz yürekli bir insan. Temizlik yapayım derken abartıya düşmesi bundan.
*
Bu durum bana çok dokundu. Ekmeğinin peşinde didinen, karıncaezmez tabiatlı masum insanların yayılan dedikodulardan nasıl etkilendiğini gözümle görünce çok üzüldüm.
‘Turfa müneccim’ yazısı o ruh hâlinin eseridir; evet içinde bâriz ölçüde öfke vardır; çokca da “yetti gaari” dozunda sitem ve eleştiri...
Yazıyı böyle bir ruh hali içinde kaleme aldım. Ortalığa korku salıp insanları dehşet içinde paniğe uğratmanın âlemi yoktu ve birisi bunu inatla, bilerek yapıyordu.
İddia edildiği gibi kimsenin ricası, hatırlatması veya teşviki yoktur. “Bu yazıyı birileri yazdırdı” iddiası çokca tekrar edildiği için altını özellikle çize çize belirtiyorum: İddia sahibi yalan söylüyor!
Aynı iddiayı, bilmem hangi maksatla ziyaretine gittiği cumhuriyet savcısına da tekrar ettiğini gazetelerden öğrenince içim burkuldu.
*
Kendisine birkaç gün öncesine kadar –artık sevgi sayılmaz fakat- gıyâbî bir saygım vardı; bulunduğum topluluklarda ne zaman bu konu açılıp da söz kaçınılmaz olarak, “Aranızda ne oldu ki bu şahıs sizin aleyhinizde sağda-solda konuşup duruyor” mecrâına gelse gıyâbında kem söz etmedim. “Aramızda fikrî bir ihtilâf oluştu. Bir mesele hakkında farklı düşündük. Bir kurumda çalışan insanların matbaadan çıkmış gibi birbirinin aynı kanaatleri taşıması zaten beklenemez. Onun içtihadına katılmıyorum, o da benim gibi düşünmüyor; mesele bundan ibarettir; şu kapı açılıp içeri girse yine hürmet gösteririm.” dedim. Gıyabî saygım hâlâ devam ediyordu; nakarat haline getirdiği yalan iddiayı, yakınlarda bir medya tetikçisinin kaleminden de okuduktan sonra anladım ki gerçeği olduğu gibi anlatmam lâzım; kayıtlara geçsin diye.
*
Velev ki, bir anlığına sizleri göz göre yanılttığımı; bu yazıyı, kıramadığım birinin ricasıyla “sipariş” üzerine kaleme aldığımı farzediniz. Müşarünileyh, ‘Turfa müneccim’ yazısına Zaman’daki köşesinde cevap vermekle kalmadı, tâ ağustos sonuna kadar gazetede yazmaya devam etti; şöyle böyle 7 ay, yedi koca ay...
Yorum yok.
*
Bu arada minik bir not: Basın dünyasında aynı gazetede yazan kişilerin birbirlerini eleştirmesi herhalde ilk defa rastlanan bir hadise değil; böyle polemikler defalarca yaşandı Türkiye’de. Şu farkla; polemikçilerden hiçbiri –her ne hikmetse!- savcılığa gidip, üstelik yazı kaleme alındıktan dokuz ay sonra, “Falan arkadaş yazısıyla bana hakaret etti” diye sızlanmayı aklına getirmedi.
Hazır savcılıktasın, varsa hakaret niçin şekvâcı olmadın demezler mi adama?
Kimbilir; belki onu da yapmıştır!
Canı sağolsun; hadisenin beni ilgilendiren kısmını, terbiye dairesinde olduğu gibi yazdım işte...