"-O vahim boşluk!"
"Türkçe ile ilim yapılamaz" yavesi -haber doğruysa- bu defa hayli yetkili bir ağızdan bir kere daha tekrar edilmiş; "söyleyene değil, söyletene bak" demeli; Türkçe'yi ilmi faaliyet icin kifayetsiz görenler, yabancı dille eğitim verme budalalığını gösteren kurumlara değnekçilik yapmak gibi bir ticari niyet içinde değillerse bu defa kendi aczlerini itiraf ediyorlar demektir.
Evvela önemli bir nokta üzerinde mutabakat sağlamak gerekiyor; evet, "kuşdili" ile ilim yapılamaz, hayatlarında bir gün olsun "milli" bir endişenin sahibi olmak akıllarına gelmediği halde dil meselesinde -millilikten de geçtik!- ırkçılığı kimselere bırakmayanların Türkçesi ile de ilim yapılamaz; ama Türkçe ile ilim yapılabilir; yapılmıştır, yapılmaktadır ve yapılacaktır.
Samsun'da yayın hayatına doğan "Yediveren" dergisiyle yaptığım mülakattaki suallerden biri -tesadüf bu ya-, "Türkçe ilim dili olabilir mi?" şeklindeydi. Esasen sualin tertip edilme şekline tepki göstermeliydim ama gençlerin endişesini samimi bulduğum için cevaplandırmaya gayret ettim. Bir yazarın kendine atıfta bulunmasını sair zamanda eblehlik saysam da Yediveren dergisini ismen zikretmeden iktibasta bulunmayı fikri nezakete aykırı bulduğum için cevabı aynen bilginize sunuyorum:
"Türkçe'nin hali bizimle beraberdir; bizden ayrı ve farklı bir Türkçe yok; Türkçe, varoluş seviyemizi idrak ettiğimiz bir alan; biz ne kadar 'var' isek, Türkçe de o kadar 'var'. Zihnimizde, kalbimizde ve gönlümüzde ne türlü hezeyanlar hasıl oldu ki Türkçe bu halleri ifadede kısır kaldı? Türkçenin ilim dili olması, ilimdeki nasibimiz nisbetindedir. Frenkçedeki bazı tabirlerin Türkçesini bulamadığımız için Türkçenin liyakat ve kabiliyetinden şüphelenmeye hakkımız yok; ilim adamı varsa Türkçe de var. 'Düşündüğüm ve fark ettiğim vakıaların Türkçede karşılığı yok' bahanesiyle başka lisanlara göz koyanlar, evvela ilim adamı sıfatıyla ne kadar var olduklarını gözden geçirmek zorundadır.
Türkçenin akıbeti korkarım Beni İsrail lisanının akıbetine benzeyecek; eğer yeteri kadar zamanımız ve şansımız varsa günün birinde birileri Türkçeyi yeniden inşa ve ihya edecek; bir asır önce konuştuğumuz lisan, kendinden ve ezeli değerlerinden emin bir dünya milletinin lisanı idi; onu bir aşiret lisanı derekesine indirmek için devlet eliyle tarihin az kaydettiği senaatlere tevessül eden biziz. Kelimelerimizden, cümlelerimizden, isimlerimizden nefret ettik, fukara bir 'Türkce Esperantosu' icad etmek için birkaç neslin hafızasını, insan kaynaklarını, emeğini ve vaktini katlettik. Dilimizi sevmekte ve onu benimsemekte güçlük çekmemiz, kendi kimliğimizle barışık olmadığımızı gösteren bir küçüklük alametidir.
Türkçe, bizim varoluşumuzun zeminidir. Var olmaya karar verdiğimiz zaman, onu Sphinx'in küllerinden yeniden doğurmayı da başarabiliriz. Mesele Türkçede değil; bizde, 'biz' zamirinin içini dolduran veya eksik bırakan seylerde..."
Problem bizatihi Türkçenin kendisinden kaynaklanmıyor; bu, tamamen Türkçeyi tasarruf tarzımızla ilgili bir mesele, "İlim dili"nden bahis açıldığı için söylüyorum; bugün akademik hayatımızda kaleme alınan metinlerin neredeyse tamamına yakın bir kısmı ağır derecede Türkçe zaafiyeti ile malul. Cümlenin ne olduğu, nerede başlayıp nasıl bitmesi gerektiği gibi önemli bir ayrıntı hakkında emeklilik çağına gelmiş bazı akademisyenlerin bile sarih bir fikir sahibi olmadigini üzülerek belirtmek gerekiyor. Bu, belki müstakil bir yazı konusu teşkil etmeli ama yeri gelmişken belirtmeliyiz ki, kelimelerle uğraşırken cümleyi elden kaçırdık.
Türkçenin ilmi mesaj taşıyabileceğinden şüphe edenlerin, ilmi hamuleden yana hangi kaliteyi ibraz edebildikleri bir yana, Türkçe üzerindeki tasarruf kabiliyetinden şüphe etmeye yerden göğe hakkımız var. Piyasayı dolduran kerih tercümelerden şikayet ederken, "Türkçe, bir başka dilde yazılmış metinleri tercümeye kifayet etmeyecek kadar kısır bir lisandır" diye yakınmamız mı gerekiyor; haklı olarak bu tercümelerin altına imza koyanların "kendi lisanlarını" yani Türkçeyi ne derece bildiğinden şüphe ediyoruz ki işin doğrusu da budur.
Evet, bir krizden bahsetmek mümkün ama bu Türkçenin krizi değil, Türkçeyi tasarruf ettiğini zannedenlerin içinde debelendigi kriz; cok değil elli yıl önce pırıl pırıl, selis bir Türkçeyle kaleme alınmış metinlerle karşılaşınca "Sözlüğe bakmadan okunmuyor" diye feryad edenlerin krizi; anadiline karşı bilerek veya bilmeyerek "sebb-u setm" edenlerin onca beyhude gayretten sonra hayretle farkına vardıkları kriz.
Dağarcıklarındaki ilim yükünü Türkçeyle ifadeden aciz kaldığını zannedenlere ancak şu noktada iştirak edebilirim: Doğrudur, o vahim boşluğu ifade ederken lisanın kısır kalmasını anlarız.