O stil!
Yeni Hayat’ın dünkü nüshası 20 sayfa; bunun üç sayfası spora daha doğrusu futbola ayrılmış. Doğrusu çok lütûfkâr bir tahsis. Yayın yönetmeni ben olsam futbola ‘kafadan’ üç sayfamı hebâ etmek yerine hakikaten üzerinde durulmaya değer bir sportif hadise olduğunda her hangi bir sayfada yer verirdim ve bu da benim niçin asla bir gazetede GYY olamayacağımı gösterir!
Önceki günün tek ‘sportif’ olayı GS futbol kulübünün Dumankaya şirketiyle yaptığı sponsorluk anlaşmasını alelacele tek taraflı iptal etmesiydi; nitekim Meydan gazetesi, ‘Bir aslan miyav dedi’ manşetiyle şâheser bir değerlendirmeyle taşı gediğine koymuş. Bravo! Hakkını yemeyelim, bizim gazete de haberi manşet üstünde ama daha kuru ve resmi bir üslûpta görmüş.
Belli ki GS yöneticilerinin yüreği fena kabarmış. Kulüp bilançosunun dibe vurduğu bir dönemde, Dumankaya’nın üst yöneticilerinden bazısı gözaltına alındı diye apartopar bilmem kaç milyon liralık anlaşmanın iptali, yönetimin fena halde telâşlandığını gösteriyor. Ee, korku dağları bekliyor azizim! Tutuklama kararı aldıranların hesabı tam olarak bu olmalı: Sosyal izolasyon. Siyasi bir kararla bir anda selamsız-sabahsız kalıvermek, şirket marka değerinin hızla yere çakılması, kesinleşmiş mahkeme kararı olmaksızın insanların, kurumların itibar ve haysiyetini ‘arkadan’ bıçaklamak.
İktidar sağ olsun, ‘bir hukuk devleti nasıl olur’u henüz gösteremedi fakat hukuk devletinin niçin ‘her eve lâzım’ bir anayasal gereklilik olduğunu mükemmelen ispat etti; eh, bu da bir hizmettir!
GS ile gönül bağımı bundan üç-dört sene evvel kesmiş olmanın uzak görüşlülüğü ile bahtiyarım ve bu kararın sebeplerini uzun uzadıya tahlile tenezzül etmeyeceğim. Hemen belirteyim ki aradığım üst değerler manzumesini taşıyan bir başka kulüp yok. Bir ara Beşiktaş’a sempati duymaya başlamıştım; onların da başkanı hayal kırıklığı uyandırınca futboldan iyice soğudum, şimdi geçici olarak Paris Saint Germain’i tutuyorum!
Kayda değer bir başka ‘sportif hadise’, çizgi hakemine arkadan saldıran Trabzonlu taraftarın, ertesi sabah salıverilmesiydi. Hrant Dink’in katili de sessizce arkadan yaklaşmış müteveffayı ensesinden vurmuştu. Silahsız, korumasız ve saldırıdan habersiz insanlara arkasından saldırmak, millî ve mânevi değerlerimizle mutabık bir ‘stil’ olabilir mi? Peki, iktidar hışmına uğrayan kurum ve kişilere yönelik itibar cellatlığına hariçten kursiyer yazılmak nasıl bir stildir acaba?
Gediz Üniversitesi senatosu, Türkiye’nin akademya tarihine geçecek şâheser bir karar almış on gün kadar önce. Yer müsait olsa, aynen iktibas etmekten büyük zevk duyardım. Hukuk fakültesi de bulunan bu üniversitenin senatörleri özetle diyor ki, Biz, devletimize, milletimize ve milli değerlerimize sımsıkı bağlı bilim insanları olup… legal görünümlü illegal yapılarla hiçbir bağımız yoktur. Sicilimiz ortadadır. Biz milli güvenliğimize kasteden bu yapıyla ilişkilendirilmekten ötürü çok üzülüyoruz.
Ve bana ‘stil benzerliği’ni hatırlatan bir cümle var ki, aynen şöyle: “Başbakanlık Genelgesi ve ilgili diğer mevzuat hükümleri çerçevesinde, milli güvenliğimizi tehdit eden, FETÖ/PDY dâhil olmak üzere, tüm örgüt ve yapılarla irtibatı tespit edilecek Üniversitemizde kim varsa, gerekli işlemlere derhal başlanılacaktır. Bu kapsamda Devlet kurumlarımızın destek ve yardımlarını da bekliyoruz.”
Bu karar hakkında yorum yapmak, iyi bir espriyi anlaşılmadı diye yeniden anlatmaya kalkışmak gereksiz ve dramatik olur. Sadece ‘stil benzeşmesi’ne dikkat çekmek istiyorum. En savunmasız ânında, özellikle arkadan vuran ve güç sahiplerine, ‘aman beni diğerleriyle karıştırmayın, ben öpülecekler listesindeyim’ vurgusu yapmak için telâştan eli-ayağı birbirine karışmış bir stil!
O stil!