Nurettin Topçu ile akraba mıyım?

Geçenlerde yolu taşraya düşmüş bir yayıncı ile tanıştım; gençti, yüksek öğrenim görmüştü, şimdiye kadar iki kitap yayınladığını ama işi genişletmeyi düşündüğünü anlattı. Dereden tepeden sohbet ederken dikkati dolabın üstünde duran büyük boy fotoğrafa takılmış olmalı ki,

-Bu şahıs kimdir, yakınınız mı, diye sordu. Aralarında rahmetli dayımın da bulunduğu birçok fotoğrafın durduğu yerde hangi fotoğrafı kasdettiğini anlamak için dönüp baktım,

-Nurettin Topçu, dedim.

-Akrabanız mı?

"Nerde o şans" diye geçirdim içimden; "hayır akrabam değil, tanımıyor musunuz?"

Tanımıyormuş. Birkaç cümle ile kim olduğunu, ne yaptığını, resmin niçin orada durduğunu anlatmaya çalıştım (aslında "öğrencilerim merak etsin, sorsun, tanısın" diye koymuştum resmi oraya; neye niyet, neye kısmet!)

Yaşı otuzu geçmiş, yüksek tahsilli, üstelik yayıncılığı kendine meslek seçmiş birisi nasıl tanımaz Topçu'yu diye düşünüp duruyorum ama misafir hukukuyla odamda bulunan birini takaza etmek de nezakete uygun değil. Birdenbire aklıma geldi,

-Peki Cemil Meriç adını hiç duydunuz mu?

Cevap olumsuz. Belki görünce hatırlar diye bu defa karşı duvardaki fotoğrafı gösteriyorum.

-Yoo, kimdir, yazar mı?

Okuyucularımın çoğu, "yok daha neler, mümkün değil" diye düşünebilirler...

-Peki, Erol Güngör?

-...?

Fark ettiğim kadarıyla yayıncı misafirimle aynı dünya görüşünü paylaşmıyoruz; bu son derece tabii bir şey. Zaten misafirim de, "bu şahısları tanımam ama şunları tanırım, onları okurum; mesafe gereği tanıyamamış olmam tabiidir" demiyor, tepki de vermiyor. Belki de beni derin hayretlere sürükleyen o sükûtun taşıdığı tepkisizlik anlamı.

Peki, bu hadise, çok sıra dışı bir istisnâ mıdır; cevaplanması gereken asıl sual bu gibi görünüyor bana.

Milli Eğitim Bakanlığı'nın Türk ve dünya klasiklerinden 100 eser seçerek öğrencilere tavsiye etmesi boşuna değil. Mesele "edebiyat ve dil zevki"ni aşıyor; resmen ilgisizlik ve bilgisizlik. Bazen mezuniyet demine gelmiş öğrencilere sorduğum olur,

-Bana tanıdığın beş sosyal bilimcinin adını söyleyebilir misin?

Genellikle cevap ikiyi-üçü geçmez. "Son okudukları kitap", çerez gibi kolay tüketilen kaldırım romanı veya bilimkurgu neviinden şeylerdir. En çok ümidimi kıran şey ise, boş imtihan kağıdının -"boşluk korkusu" sevkitabiisiyle olsa gerek- en sol üst köşesinden başlayarak kargacık, burgacık bir yazıya işe koyulmaları.

Üniversiteye giriş çetrefilliğine öyle kilitlenmişiz ki, eğitimin asıl gâyesi buharlaşıp uçmuş. Erol Güngör'ü, Cemil Meriç'i tanımadan yaşlanan üniversite mezunlarını, sırf bu sebeple istisnadan saymayalım; sayıları vahim derecede yüksektir. Bırakınız okunaklı el yazısı, okunaklı rakam yazmakta bile zorlananların sayısı hiç de az değil; üstelik, "okunaklı, özene-bezene yazınız" diye önceden ikaz edilmelerine rağmen. Son yıllarda bilgisayar eğitimine önem vermek bir modern hurafe haline geldi; halbuki etkisi bârizdir, klavye ile erkenden tanışan çocuğun el yazısı gelişmiyor.

Pedagojik formasyon kursunu YÖK mü versin, MEB mi meselesi, bu vehâmet karşısında ne kadar da mânâsız görünüyor!


Kaynak (Arşiv)