'N'ooldi; rengin soldi!'
Star gazetesi, eski Genelkurmay başkanlarından Org. Karadayı'nın gazetelere düşen skandal ses kayıtları için, "Cesur bir savcı aranıyor" diyor; cümlenin her kelimesinde ayrı bir hicran saklı: Evvela bir savcı lazım ki, konu yargıya intikal edebilsin.
Kayıtlar gerçeği aksettiriyorsa, hukuk diliyle "re'sen" takibi gerektiren bir suç var ortada; Anayasa'yı zorla ortadan kaldırma suçu. İkinci hicran, aranan savcının "cesur" olması gerektiği; üçüncüsü ise böyle bir savcının hâlen aranmakta olduğudur.
Elbette, hukuk devletinde bir cürüm isnadının soruşturulacağı yer yargıdır; burada tereddüd yok fakat demokratik kültürün hâkim olduğu ülkelerde yargıdan daha güçlü bir kamuoyu vardır ve kamuoyu, böyle skandallar açığa çıktığında yargıdan önce hesap sorar; "Sen nasıl olur da, darbecilik kariyerini matah bir şeymiş gibi ballandıra ballandıra anlatırsın; birlikte görev yaptığın ve emrinde olduğun Başbakan'a, onun yardımcısına gıyabında nasıl hakaret edersin; sana teslim edilen yetki ve sorumlulukları nasıl olur da anayasal düzen aleyhine kullanmaya kalkışırsın; hesap ver?.." Var mı kamuoyumuzda böyle bir tepki? Yok!.. Peki basınımız ne âlemde?
Durum acı fakat kabaca şöyle; basınımız iki cenaha ayrılmış durumda; bir kısmı darbeleri ve darbeci geleneği savunuyor; diğer kısmı buna karşı çıkıp demokrasiden yana tavır alıyor. Ergenekon meselesi başlayalı beri bu önemli ve anlamlı fay kırığı basını ikiye ayırdı. Siyaset dünyasında da benzer bir kırılma yaşandı: CHP, akla ziyan bir atılganlık göstererek darbecilik geleneğini sürdürmekle itham edilen kişilere sahip çıktı, adeta avukatlığını üstlendi. Temel meselemiz budur; görme engelli vatandaşlarımızdan özür diliyorum fakat o tâbirin tam yeridir: Türkiye'de köre "körsün" demeye kalkışanlar "yandaş medya" taraftarı, iktidar yalakası sayılıyor; "şehlâsın" demek bile tartışmaya sebep oluyor.
Türk basını, darbelere ve darbeci geleneğe açıkça karşı çıkıp sert tavır takınsa problem kendiliğinden çözülür; öteden beri darbecilerin en çekindiği iki unsurun ilkini basın, ikincisini yargı teşkil eder; darbeciler siyaset sınıfından çekinmezler, çekinmedikleri içindir ki devrin başbakan yardımcısının gıyabında -ama genelkurmay başkanının hazır bulunduğu bir toplantıda-, "komutanım bu kahpe, ordu bize ihtilal yapamaz havasını yaratmak için geliyor" diyebilmişlerdir. Basının bir kısmı açık veya yarı örtülü şekilde Ergenekon sanıklarını savundukları, hatta yargıya müdahil olacak tarzda sahiplendikleri için, kamuoyunun zihni bulanıktır, "ama bunlar şerefli insanlar, ama bunlar vatanperver, ama bunlar ordu mensubuydular" terânesi, darbeci takımına büyük bir cesaret ve kuvvet vermiştir ve veriyor.
Darbecilere ve darbe geleneğine şakşakçılık yapan bazı basın kuruluşları yüzünden kamuoyunun gücü bölünüyor; gerçekler bulanıklaşıyor ve karartılıyor. Cumhuriyet Gazetesi'nin son "numarası" işte tam da bu mânâya uygun bir yanıltmaca olmuştur. Sanki istibdad devrinde imişiz gibi birinci sayfasının -biri hariç- bütün sütunlarını boşaltarak "bembeyaz bir çehre" ile okuyucularının karşısına çıkan Cumhuriyet, o tek sütunda DP'nin 1960'ta uğradığı âkıbete atıfta bulunarak kendine mazlum, hürriyetçi bir gazete havası vermeye uğraşıyor.
Oysaki "iddianame" satırları öyle söylemiyor; o satırlarda isnad edilenler, darbecilere ve darbe geleneğine alkış tutarak bürokratik gücü elinde tutmaya çalışanların çehresini hakikaten kireç gibi "bembeyaz" edecek kertede vahim iddialarla dolu. Böyleleri için darbecileri ve darbe geleneğini övmek bir nefis müdafaası oluyor; varlık sebeplerini savunuyorlar ve söylenecek söz kalmadığında -"Canım şu Karadayı Paşa'nın söyledikleri de savunulacak şeyler midir Allah aşkına!"- diyemedikleri için halkın karşısına bembeyaz bir çehreyle çıkıyorlar.
"Aklanın da gelin" sözünü yanlış yorumlamışlar besbelli; nitekim o sahte sansür yaygarasını görenler şöyle düşünüyorlar eminim: - N'ooldi; rengin soldi?