N'olur anlama beni!
Anlaşılmamak kötü; beterin beteri yanlış anlaşılmak.
Okuyucunun biri diyor ki; "AB meselesine dar çerçeveden bakıyorsunuz; tenkidlerinizde aklı değil ırkî hassasiyetleri öne çıkarıyorsunuz...
Önümüzdeki yüz yılı beşyüz yılı düşünün; eğer neslimizin AB içinde dejenere olacağını, kültürün, ahlakın, gelenek ve göreneklerin AB içinde bozulacağını düşünüyorsanız 'ko aparsın su seni'; milletinize, gençliğinize, kültürünüzün sağlamlığına güveniyorsanız yüzünü Batı'ya çevirmiş ama bir türlü önündeki rampayı tırmanamayan o köhne tren katarının geriye gitmesinden yana tavır almayın... 'Tek şu hükümet başarılı olmasın da Türkiye daha onlarca yıl borçlu yaşasın, hortumcular hazineyi yağmalasın, faili meçhuller devam etsin, inananlara zulm edilsin' diye düşünen vicdansızlara arka çıkmayın... Siz bu fikirleri savundukça sizi yanlış tanıdığımıza kanaat getiriyoruz."
Hakkımda böyle düşünen okuyucular yalnız değil; tenkidlerini muhtelif nezaket derecesinde mektupla belirten başkaları da var. Ama bir kişi bile olsalar, yanlış anlaşılmanın buruk tadı insanın keyfini kaçırmaya yetiyor.
Bu meseledeki tavrımı izah etmeye çalışan onlarca yazı var arşivde; hatta bir başka okuyucu, "Yine mi AB meselesi, bıktık artık" demeye getirmiş; Okuyucu -kendince haklı olarak- son yazıdaki çerçeveye bakıyor. Hiçbir gazete okuyucusu, gazetenin internet arşivine girip yazarın fikirlerini özümsemek gayretine girmez.
Böyle satıhta takılıvermek bana Nurettin Topçu merhumun başından geçtiği rivayet edilen bir hadiseyi hatırlattı. Rahmetli, 60'lı yılların birinde MTTB binasında "Panteizm" üzerine bir konferans vermiş. Konuşmadan sonra, -herhalde başka çıkış kapısı olmadığı için- çantasını toplayıp, en son çıkan dinleyicilerle birlikte ağır adımlara salondan çıkarken önündeki gençlerden birinin arkadaşına konuyu şöyle özetlediğine kulak şahidi olmuş (ifade nezih değil ama gerektiği için tekrara mecburum):
- Tabii kardeşim, diyormuş delikanlı, "Panteizm dediğin basit: Tanrı dediğin... Sen ben, o filan işte...
İtinasız ve dikkatsiz özetlemeler özeti karikatür yapar. AB hakkında yazdıklarımın, ezcümle, "Tek AB'ye girmeyelim de faili meçhuller devam etsin, hükümet de rezil olsun, varsın hortumcular da ülkeyi soyup soğana çevirsin." diye anlaşılması, hiç anlaşılmamaktan kötü.
Hangi mecnûndur ki o, ülkesine ve halkına böyle bir kötülüğü revâ görür?
Ben Türkiye'nin AB'ye girmesine karşı değilim; bu esnâda aşağılanmasına ve aşağılanmaya rıza göstermesine muhalifim. "AB'ye uyum" çerçevesinde çıkarılan kanunlara, anamuhalefet partisi CHP dahil, en azılı AB aleyhtarları bile karşı çıkmadı. AB norm ve standartlarının kabulüne kimse muhalefet etmedi. Mesele, Türkiye'nin içinde yaşadığı "şimdiki zaman"a erişmesi için atılması gereken adımlardan çıkmıyor. Nitekim bu standartlar ve kanunlar çıkarıldı diye AB'ye kabul edilmiş değiliz, sadece üye olmak için müzakereye ehil olup olmadığımız yarın karara bağlanacak ve en az on yıllık mehil içinde Türkiye'nin tam üyeliğe kabulü için nasıl itilip kakıldığına hep birlikte şahid olacağız. Aslında kehânete gerek yok; Türkiye, sırf ucunda tam üyelik ihtimâli göründüğü için bu neviiden itilip kakılmaları daha şimdiden yaşıyor ve yaşayacak. Bu noktada millî hassasiyet sahibi olmak, nasıl olur da "ırkî hassasiyet" diye nitelenir ki?
Irkçılık yapanlar belli ama gırtlak dokuz boğum; olmuyor!
Türkiye'ye Litvanya kadar olsun "hoş-âmedî" gösterildiği halde içimizden birileri hâlâ AB'ye muhalefet ediyorsa, o tartışılır. Türkiye'ye bu mânâda hoş-âmedî gösterildiği yok; tam aksine ne kadar tarihî çapak ve gizli hesap varsa ucun ucun masaya konulmakta. İyimserliğin de hududu vardır, o hududdan öteyi zorlamak iyimserlikten başka bir sıfatı hak eder.