Nitekim başım ağrıdı işte...

Pazar yazısını kaleme almak üzere masa başına geçtim; "Önce posta kutusuna bakayım, ne var ne yok?" diye tıkladım. Bir okuyucu mektubu, daha doğrusu, "Dolaylı bir okuyucu"nun mektubu. Okudum, canım sıkıldı.

Bazen, "Bıraksam mı bu işi, eğer okuyucu yanlış anlıyorsa kabahatin büyüğü sende demektir" diye kendimi paylıyorum; işte öyle dedirten anlardan biri.

Biliyorsunuz, geçen haftaki yazının başlığı "Tabure cemaati" idi. Yazının bir yerinde sanki başıma geleceği bilmiş gibi "Eh, belki biraz başım ağrıyacak ama" ibâresini koymuştum. Tastamam öyle oldu. Zira camilerde özrü sebebiyle safta namaz kılamayanların durumu, dini otoriteler tarafından netlikle ortaya konulmuş değil. Okuyacağınız mektup da bu sıkıntıları dile getiriyor zaten.

Haydi beraber okuyalım: (İsmini saklı tuttum, imla hatalarını ve bazı ifadeleri düzelttim.

*

Alkan sizsiniz herhalde, ben altmışiki yaşındayım, trafik kazası geçirdim, dizim kıvrılmıyor, namazımı taburede kılıyorum. Taburede namaz kılmak bizi o kadar rahatsız ediyor ki gelen bir türlü söylüyor giden bir türlü söylüyor, hatta öyleleri var ki benim Allahım'la arama giriyor; özürlü olmak ne kadar kötü bir şeymiş Allah vermesin. Neredeyse isyan edeceğim ama Allahım bize bunu layık gördüğü için isyan edemiyorum, bir de özürlülük psikolojisi var. Bazı kendini bilmezlerin benim Yaradanımla arama girme durumu var; inanın ki çok üzülüyorum. Bedduanın dinimizde yeri yok ama ben buradan sizin aracılığınızla bize bunu reva görenlerin Allah'ım başına türlü musibetler versin, siz Fetullahcı olduğunuz için belki sizce taburede namaz kılmak caiz olmayabilir ama ben Cübbeli Ahmet Hoca'yı seviyorum; o da sandalyede namaz kılınabileceğini söylüyor. Bazı eski din bilginlerinin mütalaasına göre mesela rahmetli Ahmet Hamdi Aksekili hocanın içtihatlarına göre... Bir de camileri kiliseye çevrilme konusu söyleniyor, ben kiliselerin camiye çevrildiğini gördüm ama camilerin kiliseye çevrildiğini hiç görmedim. Camileri kiliseye çevirmek arzusunda ve hevesinde olan kim olursa olsun anasını avradını... Siz hiç peygamber efendimiz (sav) zamanında imamların maaşı yoktu, pazar izni yoktu, imam izinli olduğu gün camiler kapalı kalmazdı; hele din görevlilerinin sendikası yoktu, yarın imam beyaz gömleği giyer de bu iş yerinde grev vardır derse? Sendikanın amacı bu. Bunları hiç yazmıyorsunuz, gelip gelip özürlü psikolojisi bilmeden bu adam intihar mı eder ne yapar, bunalıma girerse ne olur demeden bu yazılar temcit pilavı gibi ısıtılıp ısıtılıp önümüze konuyor. İnanın bunalıma girdim.

Zaman gazetesindeki resminize uzun uzun baktım, yani kısaca üzülüyoruz ve bize bunu reva görenleri kınıyorum. Saygılarımla falan demiyeceğim çünkü saygıyı haketmediniz.

*

"Serde gençlik var, tepem attı" diyeceğim ama serde gençlik filan kalmadı. Canım sıkıldı. Özürlü vatandaşımıza şöyle cevap yazdım:

"... Bey, yazdıklarınıza çok üzüldüm. Bir Müslüman olarak size hiç yakışmamış. Ana avrat küfretmek hiç yakışmamış.

Sizi insafa davet ederim; benim yazdıklarımdan 'Tabureyle namaz caiz değildir' hükmü çıkarıyorsanız, Allah size basiret versin derim sadece. Lütfen yazımı, güvendiğiniz iki Müslüman'a okutun; sizin çıkardığınız manayı çıkarırsa, gelip sizden bizzat özür dileyeceğim. Ama siz yanılıyor iseniz, ki öyle olduğu kanaatindeyim, şu yazdıklarınızdan ötürü Allah huzurunda sizden davacıyım.

Terbiyemi bozmuyorum size selam ve sevgiler gönderiyorum."

*

Beş dakika geçmeden cevabı geldi; meğer o da benim gibi klavye başındaymış. Diyor ki,

"Ben size küfür etmiyorum. İkide bir camileri kiliseye çevirecekler diyorlar; kimse bu camileri kiliseye çevirecek, çevirmek isteyen ona küfür ediyorum. Ben size hakkımı helal etmiyorum. Bıktık ya bu camide sandalye tabure olaylarından. Olmazsa doktor raporu ile namaz kılalım, masada kılar sandalyede kılar, oturakta kılar diye doktorlar rapor versin. O kadar oldu ki bunu AİHM mahkemesine götüreceğim ama ecnebi dediğimiz insanlar bizim hocalarımıza emir verecekler, dokunmayın özürlülere diyecekler, bende bir ecnebinin benim hocalarımıza emir vermesini içime sindiremeyeceğim. Ben hakkımı size helal etmiyorum. İnşallah trafik kazalarında siz de sakat kalırsınız. Ben haksızsam, ben kalırım, bunu Allah'a bırakıyorum. (Son iki cümle büyük harfle yazılmış!)

*

Durup dururken hiç tanımadığımız birisi, üstelik hak etmediğinize inandığınız halde size "İnşallah sakat kalırsın" diye beddua ederse, ne yaparsınız? Güler geçersiniz tabii; ben henüz genç olduğum için öyle yapmadım, aksine sinirlendim. Aldı Ahmet:

"... Bey, yine terbiyemi bozmuyorum, bana beddua ediyorsunuz, yine nezaketle cevap veriyorum. İşte sizin kızmanıza sebep olan satırlarım şunlardır: Bir kere daha okumanızı rica ederim: ("Eh, belki yine biraz başım ağrıyacak ama hareketleri engelli vatandaşlar için arka sıralarda bir sıra oturma yeri bulundurulması, bana hakikaten yeni bir bidat, dinin özünü bozucu bir şey gibi görünmüyor" diye başlayan paragraf...)

Siz bunu yanlış anlamış olabilirsiniz ama bu, size bana bedduada bulunma hakkını vermez. Bana açık kimliğinizi ve adresinizi gönderiniz; çünkü sizi mahkemeye vereceğim. Sizin seviyenize inmeyeceğim. Hakim kimin haklı olduğuna karar versin. Bakalım orada da gürleyip, lânetler yağdırabilecek misiniz?

*

Bu defa ara uzandı, takriben yarım saat sonra bedduacı vatandaş posta kutumu tıklattı. Açıp baktım:

"Ahmet Turan Alkan, sabahleyin saat üçte kalkıyorum, teheccüt namazından sonra iki sayfa Kur'an okuyup caminin yolunu tutuyorum, camiye varıyorum, sadece secdede tabureye oturuyorum. Kıyamda ayaktayım, rükûda ayaktayım, herkes bir türlü söylüyor. Daha bir hafta öncesi burada bir yerel televizyonda eski İstanbul müftülerinden bir zat televizyon proğramı yapıyor, telefon ettim, kendisine rica ettim bu sandalye işini. Müftü efendi sağ olsun bizi kırmadı, bir proğram yaptı. Bir hafta oldu, bana telefon etti, dedi ki, il müftülüğüne telefon et, rica et özürlüler için bir hutbe hazırlarlar, sizler de rahat edersiniz dedi. Abi bu kaçıncı, herkes bir türlü söylüyor, yazıyor. Caminin bir köşesinde terbiyeli bir maymun gibi namazımı kılıp gidiyorum. Bu olaylar olunca sarfettiğim emeğimin boşuna gittiğini zannediyorum. Daha öyle ileri gidenler var ki, sen şurada kıl, burada kıl diye ağladığım günler çok olmuştur. Ben sizin yazınızı Vatan gazetesinin internet sayfasında okudum; neyse yine de hatamız varsa özür dileriz. Bunun bugün rüyasını da görmüştüm; bir kamyon dolusu sarı kavun gidiyordu; içinden üç beş tanesi düştü. Rüya kitabına baktım, rüya kitabının aynısı çıktı. Bu yazıyla karşılaştım. Hoşca kal, tabi bunlar iyi şeyler değil ama ben yalnız yaşıyorum, kimsem yok, sarılmışım Allah'ın ipine. Geliyor birisi moralimizi bozuyor. İkindi ezanı okundu, taburede kılacağım, abdest alacağım, müsade... Saygılarımla özür diliyorum, tekrar hoşcakalın."

*

Biliyorum, yine başım ağrıyacak bu mektuptan ve içindekilerden dolayı ama Diyanet İşleri Başkanı'ndan hasseten rica ederim; özürlü insanların camide ibadet şekli üzerinde herkesi tatmin eden bir açıklama yapmalarında büyük fayda var. Vakıa Diyanet'in sitesinde bu hususta bir açıklama var ama ihtiyaca tam cevap vermediği âşikâr. Şöyle doyurucu bir açıklama yapılmalı ki, incir çekirdeğini doldurmayacak tâli bir mesele yüzünden Müslümanlar birbirlerine buğz edip kalp kırmasınlar.

Bu arada Vatan gazetesinin yazımı izin almadan iktibas ettiğini öğreniyorum; benim açımdan mesele değil ama okuyucular karışıyor, anlatabiliyor muyum abiler?


Kaynak (Arşiv)