Nezaket yahu!

İşin "acaba"sı kalmadı; Türkiye'yi etkisi altına alan siyasi kriz pek vazıh ve aşikar bir kabalık üslubuna büründü. Gücüne çok güvenen, kudretinden emin ve menziline varmak için önüne çıkması muhtemel engelleri kırmayı, ezmeyi, öğütmeyi göze almış bir nobranlıkla kuşatılmış durumdayız. Haber bültenleri akıllara sığmaz bir huşunetle üzerimize yılgınlık, paranoya ve akıldışılık boca ediyor; gazete manşetleri keza. Yaşama sevincimiz ve enerjimiz, bana hiç makul görünmeyen bir şiddetle israf ediliyor. Hiçbir toplum kendi dinamiklerini törpülemekte, soğurmakta ve bastırmakta bu kadar kararlı ve istekli davranamaz.

Kabalığın bu derece revaç bulması ürkütücü; bir başka açıdan kabalığın ve huşunetin aleniyeti, belki samimiyet ve dürüstlük olarak yorumlanabilir; ne var ki kabalık, samimiyetle kabil-i te'lif değil. Yaralayıcı, yıpratıcı, tahkir edici bir şey bu; kabalığa maruz kalmak, -buna layık olduğumuzu kabul etsek bile- en azından insanın hayata tutunabilmesi için gerekli olan nefse saygıyı tahrib ediyor. Hayır, millet bu kaba üslubu hak etmiyor.

Rejimin adı ne olursa olsun, siyasetin temelinde güç kavgası var; bazı rejimler güç kavgasını mümkün-mertebe centilmenlik kuralları içinde üsluplaştırdığı için diğerlerinden daha ziyade iyi ve kabul edilebilir görünüyor. Zarafet güçlülere iki kat daha yakışıyor. Son kertede iradeniz hiçe sayılsa bile, en azından satıhta kalan iyi niyet davranışı, insanın oyundan kopmamasına yarıyor. Siyaset biliminde, "siyasi katılma" ismi verilen oyuna iştirak iradesinin ortaya çıkması için, usulen de olsa, şekli de görünse asgari derecede "siyasi nezaket"e itaat edilmesi lazım. Bu nezaket türü milletvekillerinin Meclis'te kavga etmemesi, birbirlerine kibar davranmaları değil, yönetenlerin, yönetilenlerin hukukuna riayet etmesi olarak anlaşılmalı. Kabalık derken bu manayı kastediyorum. Biz, bizi yönetenlerin siyasi hukukuna riayet ve itaat ediyoruz ve oyunu meşrulaştırıyoruz; buna mukabil bizi yönetenlerden bizim hukukumuza riayet ve itaat etmelerini bekliyoruz. Milletin siyasi hukukuna riayet edilmekle aslında yönetenlerin ve muktedirlerin kontrolü altındaki güç paylaşılmış olmuyor. Bir başka ifade ile biz teorideki milli iradenin ve hakimiyetin üstünlüğünü fiilen hayata geçirmek iddiasında bile değiliz; hiç değilse muktedirlerden asgari derecede centilmenlik bekliyoruz.

Az önce kabalığın samimiyetten ve vuzuhtan ayrı bir kategori olduğunu ileri sürmüştüm; bu tespitte ısrar ediyorum: Samimiyet, anlayış ve sempatiye hizmet eder; ama kabalığa maruz bırakılanlar sadece incindiklerini ve örselendiklerini hissederler. Muktedirler, esasen hep galip geldikleri ve mağlubiyet riskinin ortadan kaldırıldığı bir oyunda oyundan sıkılmış görünüyorlar; hileli kağıtlarla sürdürülen bir oyunda hep kazanan tarafın can sıkıntısıyla masayı devirmesi ve oyun arkadaşına "vakit kaybetmeye gerek yok, sökül paraları ahbab" diyerek yaka-paça etmesini andırıyor bu. Kabalıkları ancak bu saikle izah edilebilir.

Kabalık, ne anlama geldiği hakkında karşı tarafta en küçük bir tereddüd bırakmayacak kadar açık ve sersemletici bir tavır, çünkü şiddetin müşterek lisanıyla konuşuyor. Kabalık yoluyla iletilen mesajın anlaşılmaması imkansız; yönetilenler, kolay telafi edilemez bir burukluk içinde mağdur ve sessiz bekleşiyorlar; belki henüz maruz kaldığı hoyratlığın sarsıntısı içinde durumu tam kavrayamamış olmanın tereddüdü içinde. Kabalığa maruz kalmak genellikle kabalık cinsinden benzer tepki doğurur ki bu çok rahatsız edici bir ihtimal; demokratik erginliğin şartı, yönetilenlerin sığ ve ani reflekslerle tepki göstermesinden ziyade, durumu sağduyu ve sabırla değerlendirmeyi gerektiriyor. Ümid edilir ki yönetenlerin yönetilenlere tevcih ettiği bu hoyrat ve zarafet dışı tutum, yönetilenlerin demokratik kıdemine ilave edilen müspet bir tecrübe teşkil eder ve öylece kalır.

Sarrafların mesleki jargonunda sık kullandıkları bir tabir var: "Altın gördüğü fiyatı asla unutmaz" anlamında bir söz. Türkiye tek parti devrini yaşadı; ama çok partili, serbest seçimli, hukukun üstünlüğüne dayanan demokratik zamanları da gördü ve benimsedi; bir daha asla unutmaz. Sel gider, kumu kalır ve hiçbir hükümranlık ebedi değildir. Ben muktedirlerin yerinde olsam, geriye dönüp bir senede ortaya konulan siyaset tarzını iyice gözden geçirirdim.

Başka ne söylenir: Nezaket yahu!


Kaynak (Arşiv)