Nerede bu Ankara kedileri nerede bu devlet?
Geçenlerde Münevver Ayaşlı'nın Dersaadet isimli kitabına takıldı gözüm. Neredeyse iki sene önce Beyoğlu'nda Belediyenin İstanbul Kitapları satış yerinden almış ama baş taraflarını şöyle bir dallayıp bir daha dönmemişim.
1906'da Selanik'te dünyaya gelen ve 1999'da aramızdan ayrılan Münevver Hanım, kitabında usul olarak Adalar'dan başlayıp Boğaz'ın her iki yakasını sırayla gezerek şahsi hâtırasının gölgeliğinde şahıslar, mekânlar ve kavramlar hakkında tatlı tatlı okuyucusuyla sohbet eden kuvvetli bir kalem. Selânik doğumlu olduğunu belirttikten sonra, "...fakat, umumî mânâda anlaşıldığı gibi 'Selânikli' değilim, Türk'üm. Babam askerdi. Devletimizin hudutları içinde olan Selânik'te vazifeli olarak bulunduğu bir sırada dünyaya gelmişim." diye kendince meseleye ayrı bir parantez açmak ihtiyacı hissetmesi pek hoş doğrusu. Hele yeri geldikçe satır arasında, "Bu hususta hiçbir fikrim yok, doğru veya yanlış, bana ait değil; ben sadece naklediyorum." dedikten sonra güft ü gû kabilinden rivayetler nakletmesi büsbütün başka âlem.
Allah garîk-i rahmet eylesin; benzeri kalmamış İstanbul hanımefendilerinden bir simâ imiş. Neyse ki kitapları ve kitapların satır aralarında rastladıkça insanı şaşırtan çok ilginç tesbit ve nakilleriyle okuyucularıyla sohbet etmeye devam ediyor.
İşte o unutulmuş ayrıntılardan biri.
Vaktiyle Ankara'ya mahsus bir isimle anılan Ankara tavşanından "Lapin d'Angora" bahsedildiğini duymuş muydunuz? Peki ya coğrafya kitaplarında bizim kuşağa okutulan Ankara Keçisi'nden; ama hepimiz vaktiyle Ankara Kedisi diye bir kedi cinsini duymuşuzdur. Gören kalmış mıdır bilmem. (Ömrümün beş yılı Ankara'da geçti, değil görmek, duymadım bile!)
Diyor ki Münevver Hanım: "Daha 1926 senesinde Ankara'ya ilk gittiğim zaman hemen her Ankara evinin cumbasında veya penceresinde o güzelim bir gözü mavi, bir gözü yeşil veya sarı-beyaz Ankara kedileri otururdu. Bir gün Zıraat Vekaleti'nden bir emirle bütün o güzel kediler evlerden alındı ve Orman Çiftliği'nde tel örgüler içine kondu. Zıraat müsteşarı ahbabımızdı, bir gün eve geldiğinde, 'Aman beyefendi, niçin bu işi yaptınız, bu güzel hayvancıkları tedirgin ettiniz, yerlerinden yuvalarından uğrattınız?' dedim. Sayın müsteşar beyefendi, 'Üretmek için, çoğaltmak için... Göreceksiniz, birkaç seneye varmaz bu sevdiğiniz kediler birkaç misli artacaklar.' dedi.
Ne arttı ne birşey oldu; evlere alışık bu güzel ve nazlı hayvanlar birer birer öldü ve bugün Ankara kedisi diye Ankara'da bir kedi nesli yoktur." (Bedir Yayınevi, İst., Tarihsiz [1973], s. 42 vd.)
Münevver Hanım'ın "bugün" dediği tarih 1972'dir; kırk sene önce yani. Peki bugün Ankara hayvanat bahçesinde bir tane olsun kalmış mıdır acaba?
İşte tam bu satırları yazarken merak edip Ankara hayvanat bahçesinin web sitesine ziyarette bulundum (ankarazoo.gov.tr). Hayvanlar sekmesinden alfabetik indeksi tıkladım; sağda açılan listede Ankara kedisi ve Ankara keçisi başlıklarını görünce kendimden utandım. Vardı işte!
Tık!.. Tık tık!.. Tık tık tık!..
Nâfile; boş bir sayfa açılıyor karşınızda; ne bir resim, ne de iki satır bilgi; belki öteki hayvanlar hakkında bilgi vardır diye gezinmeye başladım. Sadece Afrika fili hakkında malumat vardı; diğerleri genellikle boş birer sayfadan ibaret.
Ne yani, koca Ankara "Zoological garden"inde bir tane olsun Ankara kedisi kalmamış mıydı, nümûnelik, mostralık olsun bir tane? Başladım web'de Ankara kedisi aramaya; wikipedia sitesi çıktı karşıma. Buna göre Ankara kediciğimiz bir aralar Fars kedisi modası başlayınca unutulmuş ("Yıldızı soldu" diyor madde yazarı) ancak 1950'lerde Amerikalı kedi yetiştiricileri tarafından bir çifti "Yenidünya"ya götürülmüş de, tekrar "Sevilen bir ev kedisi olarak eski meşuriyetine kavuşmuş" muş... Yahu bu Amerikalılar ne mübarek insanlardır; gel de duygulanma!..
Bu defa "meşuriyet"e takıldım; ne demek meşuriyet? Meşhuriyet mi demek isteniyor acaba; yok öyle bir kelime Türkçede, yoksa meşruiyet mi, yoksa düpedüz yazım hatası mı? Wikipedi'ye göre Ankara Kedileri, "Hâlâ Türkiye'nin köylerinde ve kırsal yerlerinde, yüzyıllardır neredeyse hiç değişikliğe uğramadan dolaşmakta" olup yine verilen bilgiye göre "Ankara Hayvanat Bahçesi tarafından bir üreme programı başlatılmış" imiş.
E birader, mâdem köylerde kırlarda hiçbir değişikliğe uğramadan dolaşıp durmakta bu hayvancıklar, niçin hayvanat bahçesinde özel bir üreme programı başlatılmasına ihtiyaç duyulmuştur ve işin daha merak ettirici tarafı olmak itibariyle bu Ankara kedileri, hayvanat bahçesinin neresinde bulunmaktadırlar?
Web sitesinde olmadıkları kesin ama!
Belki de rahmetli Münevver Hanım yanlış hatırlamıştır vaktiyle; koca Zıraat Vekaleti'nin koca müsteşarı Münevver Hanım'a bile bile yanlış bilgi vermiştir! Öyle ya, koca devletin müsteşarı ayaküstü yalan söyleyecek değildir herhalde? Devletimiz 1926'da Ankara kedisinin durumuna şöyle bir bakmış, "Eyvah gitti gider bu hayvancağızlar, hemen el atıp devletleştirsek gerektir; tiz durmayalım!" diyerekten ev ev kedi toplayıp Çiftlik'te derdest etmiştir. Devlet aklı da böyle gerektirir zaten.
Söze rahmetli Münevver Hanım'ın "Dersaadet"iyle başlamıştık; nerelere geldik. Yine kitabının bir yerinde diyor ki rahmetli Ayaşlı,
-İstanbul'un üç korkusu vardı: Bir yangınlar, iki depremler, üç Belediye başkanları...
Ben buna dördüncü bir şık olarak "Devlet"i de ilaveye cür'et etsem, devletin mehâbetini tağyir, tahfif, ilga, terzîl ve tebeddül etmiş olur muyum bilmem; tahmin ettiğim şudur; eğer vaktiyle mehîb devletimiz, sadece iyiniyet ve halka hizmetten yükselen bir arzu ve irâde ile kafayı sevimli Ankara kedilerine takmamış olsaydı, bugün sağda solda en azından birkaç tane Ankara kedisi görebilirdik gibime geliyor!
Sultan Süleyman'ın "Ürem"i hangi sûrette bûs eylediği gibi deriin meselelerle uğraşmakta olan muhterem popüler tarih üstadlarımızın bu defa, "Ankara kedisi'ne ne oldu? Azz sonra!" diyerekten meselenin üzerine çullanmamalarını şiddetle istirham eylerim. Sağda solda nâdirat kabilinden yaşayan son birkaç Ankara kedisi de bu defa kahırlarından kendi kendilerini intihar ederler sonra!