Nefret dili ve biz gazeteciler
Temelinde önyargılar, ırkçılık, yabancı korkusu ve düşmanlığı, tarafgirlik, ayrımcılık, cinsiyetçilik ve homofobi (yani eşcinsellere ve eşcinselliğe karşı duyulan öfke ve kin) barındıran ifade ve davranış biçimlerine topluca ‘nefret söylemi’ deniliyor. Kültürel kimlikler ve grup özellikleri gibi unsurlar nefret söyleminin kullanılmasını etkiliyor; fanatizm ve farklı olana tahammülsüzlük gibi durumlarda nefretin dili yükseliyor ve etkisini genişletiyor.
“Nefret söylemi” Türkiye için yeni bir kavram: Dünün Türkiye’sinde neredeyse hemen hepimize pek tabii görünen ve açıkça söylemek gerekirse kullanırken hafif tertip zevk aldığımız nefret ifâdeleri, bugün kınanan tezahürler haline geldi; bu, kelimenin tam manasıyla bir “İlerleme”dir ve modernliğin âmentü şartlarından biri sayılan ilerleme kavramı da esasen bu gibi hayırhah ve insanlık vicdânını inceltip yükselten adımlara lâyık görülmelidir.
“Ermeni, Rum, Hıristiyan, Yahudi, Kürt, Yunan, Arap, Alevi” gibi sıfatlar, dünkü dünyamızda telaffuz edilmeden evvel, sanki iğrenç bir kavrama atıfta bulunuluyormuş gibi, “Af edersiniz!” eki ilave edilmeden pek söylenmezdi. Bu gibi önyargıları, daha ziyade yakın tarihimizin öğretilme tarzından doğan nitelemeler olarak tabii görürdük. Resmî ideoloji, halkın yarıdan çoğunu, en hafif tabirle “gelişmemiş” ve düşman sayıyor; buna ilaveten Türkiye’de futbol taraftarlığının zaman içinde keskin bir fanatizm duygusunun kaynağı haline geldiğini de belirtmeliyiz.
O yıllarda, bu satırların yazarı olarak benim de, nefret ifâdelerine iltifat eden bir bakış açısına sahip bulunduğumu itiraf etmek isterim.
Yakın zamanlarda sonuçları açıklanan bir araştırma, özellikle basınımızda nefret ifâdelerine ne ölçüde yer verildiğini ortaya koyuyor; bu araştırmanın sonuçlarını değerlendirirken, önceki on yıllarda da benzeri rapor sonuçlarıyla mukayesede bulunmak çok daha anlamlı olurdu ve böylece nefret ifâdelerinde basının yaklaşımını daha elle tutulur sonuçlarla değerlendirebilirdik.
Bu yılın yaz aylarında Türk basınında yer bulan 101 haber ve köşe yazılarının tarandığı araştırmada (Detaylı sonuçlar için nefretsoylemi.org adresine bakılabilir) ilk sırayı Ermenilerin alması ve Ulusalcı çizgide yayın yapan gazetelerin ağırlıklı bir öbek teşkil etmesi dikkat çekiyor. Bir başka dikkat çekici husus, basın ürünleri arasında köşe yazılarının yüzde 74’lük bir ağırlık teşkil etmesi ve bu oranı yüzde 23 ile haberlerin izlemesi. Okuyucu mektuplarının yüzde 1 oranı ile listeye girmesi önemli bir gelişmeye ışık tutuyor: İnternet gazeteciliğinde hiçbir editör denetimine maruz kalmaksızın haber ve köşe yazılarının altında açılan yorum sayfaları, internet okuyucusunu da nefret dilini kullanan kesim arasına sokuyor. Bu endişe verici gelişmeye yakın dönemde birkaç kere dikkat çektiğimi hatırlıyorum.
Mahallî basının nefret ifadelerine merkezî basından daha az iltifat etmesi önemli ve merkez medyanın sorumluluğunu ağırlaştıran bir unsur. Hedef gruplarına göre basının en çok nefret ifadesi kullandığı sıfatlar sırayla Ermeni, Hıristiyan, Yahudi, Rum, Kürt, Yunan, Arap, Süryani, Alevi, ateist, Fransız, Sırp, Bulgar, Asuri ve Zerdüştler. Bu liste, yakın tarihimizde yaşadığımız kanlı sarsıntıları ve hesaplaşmaları akla getirirken, tarih yazıcılığında yeni bir tavır geliştirmenin önemini ortaya koyuyor.
Araştırmada eşcinsellere yönelik nefret ifadeleri yüzde 64 ile en büyük dilim; onu yüzde 27 ile travestiler ve yüzde 8 ile kadına yönelik cins ayrımcı kötü nitelemeler takip ediyor.
Araştırma kapsamına alınan yazı ve haberler arasında Aksiyon ve Zaman’dan neredeyse hiç örnek bulunmaması gurur verici bir tespit ama bizler için hiç şaşırtıcı değil; Aksiyon ve Zaman, nefret ifade eden sıfat ve kelimeleri telaffuz noktasında başından beri çok dikkatli ve itinalı bir tutum sergiliyor. Benimsediğimiz üst değerler, bize, etnik topluluklardan, inançlardan, cins ayrımcılığından söz ederken daha titiz bir dil kullanmamızı telkin ediyor; bu bakımdan gururlanmakta haklıyız.
Elbette önemli olan şey, atasözlerine, darbımesellere bile sızmış nefret ifadelerinden uzak kalmaya dikkat etmek; bu konuda yeni bir dikkat geliştirmek.
Önümüzdeki on yılda, basında nefreti dışa vuran bu rakamların daha aşağıya çekileceğini tahmin edebiliriz. Türkiye’de demokrasi kültürünün yaygınlaşıp kök bulması, farklılıklara daha samimi bir hoşgörü ile yaklaşmamızı kolaylaştıracaktır; yeter ki altında ezileceğimiz ağır krizlerle aşırılığa savrulmayalım.