Ne olacak; ne olmalı?
Evvelâ hükûmet ciheti...
Açıkça görülüyor ki, yüzde 50’leri geçen tartışmasız seçim zaferleri artık geride kaldı. Hükûmet, Gezi olaylarından beri sürdürdüğü gerilim ve odak değiştirme siyasetinin kısa dönemde getirdiği destek başarılarını hanesine yazdıysa da bu sürdürülemez bir durumdur. Hükûmete yönelen toplumsal destek, siyasi destekle birlikte azalıyor. Seçmen, on yıllık başarılı dönemin hâtırasını hâlâ kalbinde taşısa da olup bitenin de farkında. Sırf istikrar korunsun diye statükoya omuz verilmesi hükûmeti yanlış hesap yapmaya yöneltmemeli.
Yolsuzluk krizi iyi yönetilemedi ve bunun verdiği telâşla hükûmet geleneksel destekçilerinden bir kısmını hesaptan silerek yeni ve bana göre tehlikeli ittifaklara yelken açtı. Bu esnada demokratikleştirme yaklaşımlarını askıya alarak İngilizce tâbirle “survive”, yani siyaseten hayatta kalmak, ayakta kalmak çizgisine tutundu.
Bu siyasetin 30 Mart seçimlerinde işe yaraması düşük ihtimâldir.
AK Parti 30 Mart gecesinin önde gelen partisi olabilir fakat arkasındaki siyasi ve toplumsal desteğin bariz şekilde azaldığını görmek hiç hoşuna gitmeyecektir. Bu durumda Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin âkıbetini bugünden görmek imkânsız. Değişken çok; sürprizlere açık bir süreç yaşayacağımızı öngörebiliriz.
Öte yandan iç kamuoyuna yoğun bir iletişim kampanyası ve -takdir etmek gerekir ki- olağanüstü bir emekle mesaj vermeyi başaran hükûmet, dış politikada aynı araçlara sahip değil. Ortadoğu politikalarımız başarısız oldu; Başbakan Japonya’da, Türkiye’nin bölgesel veya küresel güç olma iddiasının olmadığını açıklayan çok dramatik bir beyanda bulundu. HSYK düzenlemeleri AB organları nezdinde şüpheyle karşılandı. Demokratik dünya, artık bir şekilde Türkiye’deki gelişmelerin daha fazla otoriterleşme eğilimi göstermesinden endişe duyuyor.
*
Gerilimin öteki ucunda Hizmet Hareketi var...
Bu fiilî bir durum; hükûmet çok yoğun ve çok riskli bir halkla ilişkiler çalışması yürüterek Hizmet Hareketi’nin hükûmete karşı açık saldırı pozisyonuna geçtiği yolundaki algıyı güçlendirdi. Hareket’in bu raddeden sonra, “Biz sadece bir sivil toplum hareketiyiz; siyasi bir emelimiz yoktur” tezini geliştirmesi pratikte mânâ ifade etmiyor. Algı kökleşti ve Türk kamuoyu da gerilimin öteki ucunda Hizmet Hareketi’nin bulunduğunu varsaymaya başladı. Kamuoyu araştırmalarına göre toplum, gerilimin bütün mâliyetini hükûmetle birlikte Hizmet Hareketi’ne yüklüyor ve durumdan duyduğu hoşnutsuzluğu ifade ediyor.
Hizmet Hareketi süratle, bir hayır ve eğitim kuruluşu olduğu gerçeğini daha yakından irdelemelidir. Onu güçlü kılan, -istemese ve reddediyor olsa bile- hükûmete karşı siyasi bir alternatif görüntüsü vermek değil, sivil toplum alanında gönüllülük ve hayırhahlık vurgusuna dönmesidir. İcabında, bütün kamuoyunun yakından izleyebileceği bir özeleştiri çalıştayı düzenlemek de bu temenniye dâhildir.
Hiçbir şey artık eskisi gibi olmayacak ve eski dengeleri bir daha yerinde bulamayacağız. AK Parti yönetimi, krizleri doğru yönetemedi; vaktiyle Türkiye’yi demokratikleşmekte takındığı önderlik ve sürükleyicilik heyecanını kaybetti. On yıldan fazla süredir devletle iç içe olmanın kazandırdığı bir sevk-i tabii ile topluma karşı devletin hukukuna ağırlık vermeye başladı; bu tarz-ı hareketin maliyetini ödeyecektir. Daha önce belirttiğim üzere AK Parti, merkez sağ seçmenini, son dönemdeki siyasi yaklaşımlarıyla Türkiye’nin yakın geleceğinde belirleyici bir demokratik kitle olmaktan çıkardı; bu, hesabın hükûmeti ilgilendiren yanı...
Hizmet Hareketi ise aslî köklerine dönerek dinî şevk ve heyecanda birleşen bir topluluğun siyasete hangi mesafede durması gerektiğine dair kendi pratiğini inşa etmek durumunda görünüyor.
Bu sürecin kazananı olmayacak.
Zaman, özeleştiri ve restorasyon zamanı.