Ne kadar ekmek, o kadar köfte
Âsâbımın niçin bu kadar dayanıksızlaştığını artık anlayabiliyorum; trafik kurallarına laubali yaklaşmamızla, kötü idare edilmemiz arasında çok dikkat çekici ve çok sahih bir bağlantı var.
Anlatabilir miyim?
Sabahın onu; günlerden pazar; evdeyim. Hele böyle cehennemi sıcaklarda 1300 râkımlı bir yayla şehrinde yaşıyor olmanın küçük nimetleri de var. Hava son derece latif, pırıl pırıl ve henüz serin; çay tam kıvamında. Hayır, öğleden önce gazete okumamak kararındayım. Sinirlenmeyeceğim, sakin olacağım, dinleneceğim.
İnsanın kendi evinde trafik ihlâllerinin tâcizine uğraması mümkün mü? Büyük şehirlerin gecekondu semtlerinde oturma odasına âniden dalış yapan kamyon haberleri okuruz bazen; öyle bir ihtimal mevcut değil; ama yine de trafik tâcizine uğrayabiliyorsunuz.
Yaz mevsimi düğün mevsimi; evlenenler, nişan yapanlar, evladını sünnet ettirenler sanki farz-ı ayın imiş gibi konu komşu, hısım akraba otomobillere doluşup zaten kifayetsiz ve ahmakça tanzim edilmiş şehiriçi yollarda konvoy tertipliyorlar. Ne var ki bu, kafile halinde var oluşlarını idrak etmeleri için yeterli değildir; ses çıkarmak da lazım. Onlar da konvoy halinde tenezzühe çıkmanın keyfini, hep birlikte kesik kesik klakson öttürerek çıkarıyorlar.
Trafik kurallarına göre bu bir ihlâl; yapılmaması lazım; yapıldığında zabıta kuvvetleri tarafından engellenmeleri, caydırılmaları gerek; ama hayır!
Bir, üç, beş.. ı-ıh; her şey trafik zabıtasının gözleri önünde cereyan ediyor; krizin, zihnî bağlantılarında balata sıyrılmasına yol açtığı sıradan Türkler, belki de vergi ve askerlik mükellefiyetiyle çok kötü yönetilmek dışında varlığını hissedemedikleri kamu otoritesine karşı kendi varlıklarını klakson çalarak aramaya çalışıyorlar galiba.
Hükümeti ve kötü yönetimi protesto ettiklerini bilsem, ben de mutfaktan eski bir tencere-kepçe kapıp gürültü korosuna iştirak edeceğim; ama yok; onlar mutlu bir olayı kutluyorlar ve bu kutlama biçiminde nezaketten, komşuluk hukukundan, zarafetten eser görünmüyor. Sadece gövde gösterip ses çıkararak, "biz buradayız ve çok mutluyuz" demeye getiriyorlar.
Biz komşular, biz şehir sakinleri seyirciyiz; seyretmek zorundayız; ama bu ülkede kamu otoritesi tesis etme yetkisini tekelinde tutan güçler de seyirci. Mantıkları galiba şu; "küçük ihlâllerden zarar gelmez, bırakalım küçük ihlâllerin küçük ruhlarda yaptığı ferahlama hissiyle deşarj olsunlar"; yani kaza oluncaya kadar devam. Şehir içinde römorklu traktörlerin, at arabalarının, megafonla satış yapan seyyar sebzecilerin, bisikletlilerin, tüp taşıyan triportörlerin fink atmasını görmezden gelelim; ama Anayasa'nın başlangıç kısmında gösterilen temel ilkelerin cilasını bozmaya kalkışırlarsa o başka tabii.
Işte böyle küçücük şeyler, aslında kaale almaya bile değmez şeyler, taze bir günün keyfini zehir etmeye yetiyor bile. 155 hattının ucunda oturan polis memuru hiç değilse kibar ve terbiyeli, "haklısınız beyefendi, o bölgedeki ekipleri uyaracağız" diyebiliyor en azından; ama aslı yok, astarı da.
Biraz gerçeği netleştirmeye çalışalım; biz Türkler, ('biz Türkler' tabirini anayasal anlamda kullanıyorum tabii; başka türlüsü olabilir mi? Böyle laflardan huy kapan alınganların sayısı gittikçe artmaya başladı çünkü) evet biz "anayasal anlamda Türkler" yönetime katılmayı 20. yüzyılda öğrenemedik; pek yardım eden de çıkmadı. İşte bu yüzden Ortadoğu ve Balkanlar'ın en ağır iktisadi krizini başımıza çökerten hükümetin sorumluları, zerre kadar sorumluluk hissi veya hicab duymadan umur-ı devlete tasarrufa ve her gün ekranlarda yüz göstermeye devam edebiliyorlar.
Bize gelince küçük trafik ihlâlleri yapmak yetiyor da artıyor bile; düğünlerde konvoya girip klakson öttürüyor, giriş yasaklı sokaklara tersten duhul ediyor, trafik polisinin gözünün içine baka baka kavşaklara park yapıyoruz.
"Siz bizi kötü yönetirseniz, biz de böyle yaparız işte, oh olsun" mantığı belki de; ne olursa olsun trafik nizamını tesis edemeyen bir kamu yönetiminden, iktisadi hayatı tanzim etmesini beklemek de saflık işte.
Sâkin olmalıyım; bu işler zaman ister. Hükümet konağı çevresinde trafik ihlâli yapılmaması da bir şeydir canım; iyimserler için güzel ve teselli-bahş bir çıkış noktası!
Benim acelem yok aslında; bir de aldırış etmemeyi öğrenebilsem?