Ne dediysek o!

"Hakikatlerin günün birinde ortaya çıkmak gibi bir tabiatı vardır" sözü yine tecelli ediyor. Bugünlerde herkes sırayla gerçeklerle ve doğrularla temas etmeye, yarım ağız da olsa hakikatleri terennüm etmeye başladı. Çok etkili bir yetkili, geçenlerde "yolsuzlukların terörden daha önemli olabileceği" yolunda birşeyler mırıldandı. Patronlar kulübü diye bilinen Tüsiad, yolsuzlukları devletin ürettiğini itiraf etti. CHP, kendi toplumuyla doğrudan temas kurmak için şimdilik acemice ama iyiniyetli adımlar atmak peşinde. 28 Şubat'ın emeklileri bile şecaat gösterirken önemli ve doğru tesbitler yapmaya başladılar. Benim indimde çoktan beridir bir "meyyit-i müteharrik", yani gazetecilik ve yazarlık kariyeri fiilen sona ermiş bir ünlü genel yayın yönetmeni, başörtüsü yasağının artık kalkması gerektiğinden dem vurmaya başladı.

Ne oluyor?

Birşey olduğu yok. Bu ülkede gerçekler o kadar rencîde edildi, o kadar göz göre göre baskı altına alındı ki bazı vicdanlarda "gaz kaçağı"na benzer şekilde "gerçeklerin baskısı"ndan hâsıl sızıntılar görülmeye başladı. Haydi bir kere daha tekrar edelim: Bizim hicrânımız gerçeklerin tesbit edilememesinden değil, gerçeğin hangi ağız ve ağızlar tarafından seslendirilmiş olduğu vâkıasının son tahlilde gerçeğin kendisindan daha çok ehemmiyet taşımasından kaynaklanıyor. Aynı şeyleri, aynı doğruları, aynı tenkidleri daha hadisenin vukûu anında, günler, aylar yıllar önce bizler söyledik; yazdık ve altına imzamızı koyduk. Bugün, bütün teşhis ve tesbitlerimiz sırayla, yavaş yavaş doğrulanıyor. Bizim gerçekleri görebilmek ve söyleyebilmekte özel bir uzmanlığımız yok. Vaktiyle gerçekleri önce iğfal edip ırzını pây-mâl ettikten sonra otuzsekiz yerinden bıçaklayanlardan daha akıllı, daha bilgili, daha tahsilli değiliz. Aramızda çok önemli bir fark var sadece; bizim hakikat karşısındaki felsefî duruşumuz onlardan daha tutarlı; siyâsete, Türkiye'ye, İslâm ve insana ve "mâverâ"ya bakışımız daha muvazeneli. Kitaplardan öğrendiğimizi, içinde yaşadığımız toplumun verileriyle daha rahat ve komplekssiz bir üslûpta mukayese edebilme üstünlüğümüz ve nihayet vaktiyle çiğ yemediği için karnının ağrımayacağından emin olanların nefis itimadı var bizde.

Muvazenesinden pek de emin olmadığım bir gazeteci, İnternetteki bir haber portalına verdiği ve "bizim bir kısım medya"da hayli yankı ve övgü bulan beyanatında, "işsiz kalırsanız ne yapacaksınız, nerede yazacaksınız" sualine, aralarında "Zaman"ında bulunduğu bir kaç gazete ismi saydıktan sonra, "bu gazetelere gitmem" buyurmuş. Gerekçesi ise arkadaşın hâlâ hangi yaylalarda yayladığını ifşâ ediyor; aynen: " Benim için Türkiye'de öncelikli konulardan birisi laiklik, cumhuriyet, Atatürk ilkeleri". Dikkat ettim de, mezkûr kişinin vaktiyle çalıştığı gazetenin içinde cereyan eden hadiseleri itiraf ettiği satırları iktibas eden bazı yazarlar, bu aşağılayıcı ve hakikati otuzsekiz yerinden bıçaklayan ifadeleri görmezden gelmeyi tercih etmişler. Kimin nerede çalışacağı yine kendisini ilgilendiren bir tercih ama bazı gazetelerin ismini zikrederek, "benim için laiklik çok önemli, onun için bu gazetelerde yazmam" diyen bir adamı önemsemek, yine "bizim" bir türlü vazgeçemediğimiz zaaflardan biri. Aynı şahıs, bu beyanından birkaç gün sonra zımnen aşağıladığı bir televizyon kanalına iskele cihetinden yanaşıp sancakta demir atmakta beis görmedi. Demek ki "bizim" de zaaflarımız yok değil. Saf değiştirmek zorunda kalmışlara ilgi ve şefkat göstermek güzel ama tahkir edicilere ekran açmanın "müellefetü'l-kulûb" zihniyetiyle bir ilgisi yok.

Son dört yıla, on yıla, kırk yıla, yüz yıla bir bakın; bizlerin yazar, ilim adamı, düşünür, gazeteci veya sade vatandaş olarak koyduğumuz teşhisler, yaptığımız tenkidler ve tesbitler, yazdıklarımız, söylediklerimiz çoğunluk itibariyle dimdik ayakta. Kendimizi ne gereğinden fazla abartalım ne de küçümseyelim. Son tahlilde arşivler bizi tasdik ediyor, tarih bizi tasdik ediyor ve hakikat bizi doğruluyor. Gerçeğin bizatihi kendisini önemsemek yerine gerçekleri dile getiren ağızların kimliğini önemsemek en azından küçüklük kompleksi işaretidir. Kaydolunsun!

Bizim hakikatin yanında ve emrinde olmak, onu en üstün değer saymak ve hüküm verirken hesap gününün çetin azabından endişe etmekten başka râyicimiz ve üstünlüğümüz yoktur. Öğünmek yeri geldiğinde vakarla hareket edelim; müşkül günler çattığında sığınacağımız tavır yine vakardır. Hakikate hürmet, hakikate hizmet ve vakar!

Vakar ki en çok yakışandır bize!


Kaynak (Arşiv)