Nâzım'ı geçelim; başka kim var?

Sol'un Nazım Hikmet romantizmi yine ayyuka çıktı. Bir yerde tabii karşılamak gerekir çünkü doğumunun 100. sene"i devriyesindeyiz. Benim bu meselede tabii bulamadığım Nâzım Hikmet'in bir sembol isim olarak neredeyse tek başına Türk solunu temsil eder hale getirilmesidir. Doğrusu bu ya, Türk solcularının şahsiyet itibariyle emsâl alınmaya lâyık daha metin bir karakter etrafında halkalanmasını beklerdim. Gerekçesine önceki hafta yazdığım "Sanat ve şahsiyet" başlıklı yazıda kısmen işaret etmiştim; sanatkârların sanat cihetinden ötede bir de şahsiyet itibariyle değerlendirilmeleri gerekir. Her solcu elbette oğlunun Nâzım kadar Türkçe'ye hâkim ve denk düştüğünde güzel şiir yazabilen birisi olmasını arzular ama hangi solcu, biricik kızına Nâzım'ın hayatını paylaşmış kadınların kaderini revâ görür? Bu noktada "sanat ayrı, şahsiyet ve özel hayat bambaşka bir şey" diyebilir miyiz? Mesele Nâzım'ın komünistliği, vatana ihaneti filan değil, siyasi düzlemde hainlik, adı üstünde siyâsi bir pozisyondur. Fikir nâmusuna sâdık kalmak kaydıyla her inanmış komünistin, benzerleriyle birlikte saygıya lâyık olduğunu düşünenlerle beraberim. Bu ölçüler ışığında meselâ bir Mustafa Suphi'nin, bir İştirakçi Hilmi Bey'in, Nâzım kadar tanınmayışı üzücüdür. Sanatkârlar elbette kuruculardan ve siyaset adamlarından daha çok sahne ışıkları altındadır, kabul fakat karakterde metânetin ölçü bakımından hiç mi itibarı kalmamıştır?

Türk solu bunu hep yaptı; nihai değerlendirmelerinde nedense hep müşterek değerlere aldırış etmeyen kriterleri tercih etti. İdeolojik çizgide bazen Sovyetlerin, gâhi zaman Çin'in, hatta Arnavutluk'un dümen suyuna râm olması böyle bir irade zaafıydı. Samimi takipçileri ancak XIX. yüzyılda yaşamış kaba bir materyalizme mıhlanıp kalmaları, onca materyalizm taslamalarına rağmen taban tutmak için Türkiye'de mezhepçilik cereyanı üzerinden taraftar aramaya kalkışmaları, iskambilde etnisite kartını joker olarak kullanmak kolaycılığına sapmaları da aynı cümleden telakki edilebilir. Hele, "oldu olacak" zannıyla devrimi çabuklaştırmak için silahlı propagandaya tevessül etmeleri, en otoriter ve totaliter üslûplu toplum mühendisliği uygulamalarını metod olarak benimsemeleri, Türk solunu bugünün siyasi yelpazesinde marjinal bir mevkide bıraktı. Bunca aykırılık yetmezmiş gibi dil meselesinde devletçi seçkinlerin tarafında yer alarak, fıtrî bir yatkınlıkla çok iyi kullandıklarını medya gücünü özleştirmeci cereyanın emrine tahsis etmeleri halk nazarında solun kredisini bitirdi.

Türkiye'de solcu olmak, ilmî sosyalizmin icabını yerine getirmek için yukarıda sıralamaya çalıştığım tuhaflıklara demir atmak gerekmiyordu bana göre. Türk solu, toplumun hakim değerleriyle çatışmadan kendi kimliğini ve hatta üslûbunu inşâ edebilirdi: Nâzım Hikmet'in bir sembol şahıs olarak yüceltilmesini de aynı çerçevede değerlendiriyorum. Türkiye'de sosyalizmin neredeyse 90 yıllık mâzisi var; bu doksan sene, bir "sosyalist karakter"in inşâsına medâr olamadı. "Solcu olmak demek adam olmak demektir" aforizmasını savuranlar, hoş ve boş bir lâf etmenin ötesinde bu inşâya müsbet şeyler ilâve edemediler. Beynelmilel sosyalizmin kendince bir ahlâk telakkisi var elbet; bizim sosyalistlerimiz işbu ahlâk teorisini Türkiye'de müşahhas bir "sosyalist karakter" timsâline dönüştürmekte muvaffak olabildiler mi? Nâzım'ı geçelim; başka kim var? Onları da tanımak, fikriyatına katılmasak bile hâtıralarına, mücadelelerine ve şahsiyetlerine saygı duymak isteriz. Bir de metin karakterlerin tarihi vardır.


Kaynak (Arşiv)