Nâtamam tarafımız
Musa Anter diye birinin yaşadığını ve bundan 20 sene önce faili meçhul diye bilinen bir cinayete kurban gittiğini çoğumuz gibi ben de biliyordum ama itiraf edeyim, hepsi o kadar.
Orhan Miroğlu’nun kaleme aldığı “Musa Anter Cinayeti” adlı kitabı neredeyse bir solukta okuduktan sonra hayretle farkettim ki “Ape Musa”nın hikâyesi bilinmeden, Cumhuriyet tarihinin tam bir fotoğrafını çekebilmek mümkün olmaz. Cumhuriyet’in ve Türkiye’nin nâtamam Kürt boyutu, ancak bu hikâyede bütünleniyor. Şöyle bir şey; 1920 yılında değil de bu tarihten bir asır önce doğmuş olsaydı onu bir Süleyman Nazif’ten, Ömer Seyfettin’den, Tevfik Fikret’ten ayırd edemeyecektik. Cinayete kurban gitmesinden sonra onun bir “Kürt aydını” olduğunun farkına varmak, kabul edelim ki bizim nâtamam tarafımızdır.
Orhan Miroğlu, Musa Anter’in öldürüldüğü pusudan ağır kurtulan bir görgü şahidinden daha fazlası; yazarlığını medhetmeye gerek yok. Bir taraftan bu kalleşçe cinayeti zihni, siyasi ve kültürel arkaplanı ile tahlil ederken öte yanda Musa Anter’in sıcak, anlaşılır ve samimi bir tasvirini çizmeyi başarıyor. Halen tutuklu cinayet zanlısından öç almak için yapılacak bir iş değil bu; tam aksine Anter’in hatırasına saygı, bağlılık ve sevgiyle sunulmuş bir mersiye...
Anter’in hikâyesi, bir ucu memleket toprağına, diğer ucu pâyitahta tutunan Kürt eşrafının (Burjuvazisinin demeliydik!) da hikâyesi. PKK çizgisindeki uzlaşmaz ve hırçın silahlı hareketin önüne katıp sürüklediği bir zümrenin en dikkate değer güzidelerinden biri olan Musa Anter’in öldürülmesinde çok dikkat çekici ayrıntılar gizleniyor. Kitap bu bakımdan çok öğretici, zihin açıcı bir niteliğe sahip. Anlıyoruz ki Anter’in düşürüldüğü ve katledildiği pusu, Kürt milliyetçiliği davasında mutedil Kürt eşrafın ve tabii sözcülerin devreden çıkarılmasını murad edinmişti. Bu hesabın başarıya ulaşmış görünmesi insanın içini acıtıyor.
Kitaptan bir ayrıntı; Anter’in yakın dostu Feridun Yazar’ın ağzından dinliyoruz: 1992 Eylül’ünde HEP’in teşkilatlanma çalışmalarına katılan Anter, otomobilde Feridun Yazar’a içini döküyor; büyük maddi sıkıntı içinde olduğunu, bir temizlikçi çağırıp evini temizletecek parası olmadığını, dolabında yiyecek kalmadığını anlatıyor ve diyor ki, “Ev kirasını da veremedim. Kürt Enstitüsü’nün bulunduğu Nişantaşı eve çok uzak, yol parası çok oluyor, gidemiyorum, bazen enstitüde yattığım oluyor. Bir battaniyem vardı ama İ.G. battaniyemi aldı, beni enstitüden kovdu ve ‘Al battaniyeni, apartmanın sokak kapısının önüne koy. Burada otur, eline bir şişe şarap al iç’ dedi.” Bunları anlatırken gözünden yaş akmaktadır, “Bana hakaret etti, köpek yerine koydu, lütfen bu durumu arkadaşlara ilet. Partide görüşün, hem halimi anlat hem de bana yaptığının hesabını sorun. Bir de ekonomik durumuma bir çare bulun. Ben ortada kaldım, sahip çıkın.”
Anter birkaç gün sonra, davet üzerine gittiği Diyarbakır’da pusuya düşürülüp öldürülüyor. Orhan Miroğlu diyor ki; “Kürt siyasi tarihinin ve aydınlanmasının en önemli isimlerinden birini, yani Musa Anter’i kurucusu olduğu Kürt Enstitüsü’nden kovmak ve hakaret dolu sözlerle aşağılamak neden?”
Cevabı kitapta buluyoruz: Son yıllarında PKK tarafından maddi vâriyeti adeta “Müsadere” edilen Anter, daha mâkul bir siyaset yanlısı olduğu için itibarsızlaştırılmakta ve şahsiyet infazına uğratılmaktadır. Uzun yıllar faili meçhul kalan bu cinayetin nasıl aydınlatıldığı bütün tafsilatıyla yer alıyor kitapta.
Bu hüzünlü hikâyenin anafikri, Orhan Miroğlu’nun şu tesbitinde saklı bence: “Kürt toplumu içindeki ağırlığı ve gördüğü destek itibarıyla PKK, artık bir çeşit Kürt Kemalizmi’ni ve İttihatçılığı temsil etmektedir.”
Benzerlerinden çok farklı kitap; okunur.