Nalbur Ruhi'nin fendi, fırıncı Nusreddin'i yendi
Refah Partisi, Anayasa Mahkemesi tarafından, "laiklik ilkesine aykırı eylemlerin odağı haline geldiği" gerekçesiyle 1998 yılında kapatıldı; RP yöneticileri tarafından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne (yani şu meşhur "Batı Klüb"ün yargı organına) yapılan itiraz neticesinde mahkeme, 4'e 3 çoğunlukla Türk Anayasa Mahkemesi'nin kapatma kararını haklı buldu.
Bu karara karşı RP'liler, AİHM'nin Büyük Daire'sine yeniden itiraz ettiler; 17 kişilik büyük daire, bu defa kararı "oybirliği" ile onayladı. Bu kararın gerekçesinde dikkati çeken nokta Mahkeme'nin şöyle bir içtihatta bulunmasıydı: "Şeriat, demokratik değerler üzerinde temellenen demokrasinin antitezidir; bilimin ışığında gelişen insanlık fikrinin, hürriyet ve bağımsızlık kavramının zıddıdır."
AİHM'nin "şeriat" kavramını tarif etmekte kendini yetkili ve ehil görmesi çok ilginç bir noktadır ve bu meselenin Türkiye'de yeterince tartışılmadığını zannediyorum: AİHM, bu karara varırken "şeriat"la ilgili bir ilmi yayın ve literatür taraması yapmak veya kavramın tarifini bilirkişi heyetine devretmek yerine, RP'yi kapatmak için Yargıtay Başsavcılığı'nın derlediği ve dava dosyasına koyduğu delilleri göz önüne almakla iktifa etmiştir. Mahkeme'nin bu noktada usul açısından laubali davrandığını düşünüyorum ama RP yöneticilerinin beyanlarından oluşan "söz" delillerini şöyle bir okumak bile, sıradan bir Avrupalı yargıcın paniğe uğramasına sebep olacak kadar kışkırtıcı, saçma ve fazlaca düşünülmeden sarf edilmiş intibaı veriyor. Açık söylemek gerekirse AİHM, "şeriat" kavramını Batı hukukunda "yeni bir kapalı politik alan" olarak tarif ederken, kavramın RP yöneticilerinin beyanlarında açıkça görülen laubali, itinasız, ilmî endişeden uzak tasarruf tarzını tekrarlamış gibi görünüyor; sonuç ciddi ve vahimdir: AİHM, dava dosyasında kendisine sunulan cümlelerdeki şeriat kavramını, birinci derece politik bir anlama sahip bulunduğunu farz ederek. Şeriatı, yani ekmel tâbiriyle "İslâm ahkâmı"nı insanlık fikrine, hürriyet ve bağımsızlığa aykırı bularak politik alanın dışına çıkarmıştır ve bu içtihat kararına göre "Şeriat", aynen Faşizm, Irkçılık, Jenosit veya Obskürantizm gibi insanlık düşmanı bir tehdid olarak tescil edilmiştir.
Başka ilginç noktalar da var: AİHM'nin Türkiye ile ilgili davalara bakarken, onayladığı tek Türk Anayasa Mahkemesi kararı, yukarda sözü edilen karardır; AİHM, daha önce Anayasa Mahkemesi tarafından verilen TBKP, SP ve ÖZDEP'in kapatılma kararlarını "demokratik toplum düzeninin icapları"na aykırı bulmuştu; meselâ SP'nin kapatılma kararını eleştirirken AİHM, "SP'nin demokratik kurallara uygun biçimde Türkiye'nin federasyon olması yönündeki ifadelerinin, demokrasiye aykırı olmadığını" belirtmişti.
AİHM'nin şeriatı doğrudan teokratik siyasi düzen kurma arzusuyla eşdeğer bir menfilik çerçevesi içinde tarif etmesi, Avrupa Hukuku'nun egemen olduğu yerlerde bundan böyle yeni anlam karışıklıklarının doğabileceği ihtimâlini de göz önüne getiriyor. Kendisine sunulan verilerle hüküm veren AİHM'ni, bu kararından ötürü "İslâm düşmanı" veya "medeniyetler çatışması" tezinin hararetli bir taraftarı olarak itham etmek haksızlık olur. Eğer haksızlık aramak gerekirse sürece tâ başından bakılmalı; "şeriat" gibi çok yönlü ve birden fazla anlam taşıyan kavramların ehliyetsiz, dikkatsiz ve belki de artniyetli ağızlarda ve kısa vadeli siyasi hedefler için istismardan çekinmeyen çevrelere dikkat kesilmeli.
Din üzerinden siyaset yaparak taraftar kazanmaya çalışmak, dünyanın en alçakça ve en ucuz davranışlarından biri olması hasebiyle, kanunen suç sayılmazdan evvel politik centilmenliğine aykırı. Siyaset, program ve mahâret üzerinden yapılmalıdır ve bu mânâda laikliği, demokratik nizamın vazgeçilmez bulanlarla beraberim; ne var ki, AİHM'nin bu içtihadı ile İslâm, "şeriat" kavramı öne çıkarılarak "insanlık fikri"ne aykırı bir hâl gibi mahkûm edilmiştir ve buna eğer "İslâm fobisi" demeyecek isek, laubalilikten daha uygun bir sıfat bulmakta zorlanırız.
Konuyu biraz daha âmiyâneleştirerek izah gerekirse, bu ülkede Fırıncı Nusreddin Efendi'ler, Nalbur Ruhi Efendi'lere karşı hep kaybettiler. Politikanın zirvelerinde İslâm'ı hep "Ekmek Teknesi" dizisindeki içten pazarlıklı, riyâkâr ve retorikte Müslüman Nalbur Ruhi Efendi'lerin temsile kalkışmalarından hep zararlı çıktık. Kendi mahkemelerimize ve yasama uzvumuza bir türlü anlatamadığımız bu inceliği, AİHM'den anlamasını beklemek biraz haksızlık oluyor galiba.