Müzelerden müze beğenin!
Türkiye makas değiştirirken ne kadar çok gürültü çıkıyor. Türkiye makas değiştiriyor mu? Evet, kesinlikle evet! 1982 Anayasası'nın o çok tartışmalı ve yetersiz hükümlerini bile çiğnemek uğruna Türkiye'yi "hukuk devleti" prensibinden geriye doğru götürmek arzularının başka anlamı olabilir mi?
Sadece "ithamdan önce delil gösterin" dediği için alkışlanan bir Adalet Bakanı dünyanın neresinde var? Bir suç isnadını delillendirmek gereği Hammurabi'den beri dört bin senelik bir müşterek insanlık değeri. Türkiye'de her şeyi, her gün yeniden keşfediyor olmak garibimize gidiyor; tekerlekleri döndüğü halde yerinden kımıldamayan bir arabada gibiyiz. Meseleye iyimser cihetten bakalım; daha çok mesafe almamız gerektiğini düşünüp hayıflanmak yerine geriye gitmemek bir kazanç sayılmalı.
"İrticâ ile mücâdele etmeliyiz" diyenler, ne kastettiklerini bilseler bile aslında ne söylediklerini bilmiyorlar; Türkiye'de müthiş bir irticâî güç var ve bu gücün Türkiye'nin geleceğini tehdit ettiği son derece doğru. Değişimi savunanların mürtecî olması paradokstur; irticâ, halen tutundukları siyâsî ve iktisâdî pozisyonları yitirmemek için akla hayale sığmadık bahânelerle kendi meşrûiyetlerini tartışma zemininden korumak isteyenler tutucuların tek çaresi. Gerici retoriğe sığınmaktan başka şansları kalmadı; "bu kadar hukuksever olmak bize yaramaz!" gibi garip lâfların ardında, ayaklarının altından çekilmekte olan zeminin vahşi ürküntüsü var. Gerici mevzilere sığınmaya mecburlar; çünkü "muasır medeniyet"in evrensel kriterleri, Türkiye'nin fiilî iktidar sahiplerinin işine gelmiyor. Bu yüzden Avrupa Birliği'ne yarım ağızla "havet" gibi tuhaf ve komik bir yaklaşımla tavır alıyorlar. İdârî cihazı bir fânus gibi şeffaf ve berrak bir Türkiye, hukuk devleti prensibini baş tâcı ederek idare tekniği açısından güçlenmiş bir Türkiye, kaynakların doğru toplandığı ve israf edilmeksizin yatırımlara dönüştüğü bir Türkiye, kendinden emin ve beynelmilel camianın güçlü aktörü haline gelmiş bir Türkiye, içimizdeki gericilerin ödünü koparıyor.
Gündemi değiştirmek, "kuşa bak!" numarasıyla dikkatleri suiistimal etmek için bula bula sarılabilecekleri tek şey, artık bir asırlık ömrünü doldurmuş bulunan irticâdan ibaret. Bu ülkede bir asırdan beri her gelen irticâ ile mücadele ediyor; ama meretin kökü bir türlü kurumadı; ya irticâ dedikleri şey sanılandan çok güçlü, ya da bunlar irticâ ile doğrudürüst mücadele etmesini bilmiyorlar. Bu ülkenin en köklü ve irticâa karşı en müteyakkız müessesesinde bile her yıl vasatî elli ilâ yüz kişi mürtecî ithamıyla sokağa bırakılıyor; vâkıâya tersinden bakalım; demek ki, neredeyse bütün mesâi ve dikkatini bile irticâ ile mücâdeleye hasreden müesseselerde bile irticâ ile mücâdelenin tekniği ve usûlü bilinmiyor. Mübârek sakal tıraşı gibi; muntazam periyotlarla altı ayda bir "tıraş" edilmesi lâzım. Peki, bu illeti "kökünden" kazımanın çâresi yok mu?
Hilâfet ve monarşiye karşı cumhuriyet ileri bir adımdı; ama bugün idare tarzımız cumhuriyetten de geridedir. Mahkemelerinden şüphe duyan bir cumhuriyet, içtiği çorbadan "mürteci çıkacak" diye kaskatı kesilen bir cumhuriyet, muasır medeniyet seviyesi denilen ufku bile 77. yılında hâlâ lâyıkıyla yorumlayamamış bir cumhuriyet, şüphelendiği memurunu hukuk yerine pâdişâhî ve keyfî fermanlarla ayıklamaya kakışan bir cumhuriyet, yetişkin gençlerini doğru dürüst eğitmekten ve hatta onlara Türkçe öğretmekte bile zaafa düşmüş bir cumhuriyet, elbette ilân edildiği günlerdeki "Cumhuriyet" heyecanından çok geride kalmış keyfî yönetim tarzıdır. Hilâfeti ve monarşiyi üç çeyrek asır önce tasfiye ettik; başka kisvelerle yeniden hortlamasına neden rızâ gösterelim ki!
Ortaoyununda absürd replikler vardır hani; bugün konuşulanlar ortaoyunu repliğinden kalite itibariyle farklı değil. Satın aldığımız bir kalıp sabunun bile vergisini veriyoruz, öyleyse yönetimin her kademesinden "kalite" beklemek bizim hakkımız; ne var ki Türkiye'de "kalite" mefhumu epeydir İngilizce bilmekle aynı şey haline geldi. Yönetim, kendi halkından şikâyetçi; satırla bademcik ameliyatı yapmaya kalkışan bir kasap yamağı gibi yönettiği insanlara uluorta mürtecî damgasını yapıştıran bir hikmeti hükümetimiz var bizim. "Dindarlara dokunmayacağız; mâsumlar endişeye kapılmasın." derken neyi kast ettikleri açık değil. Esefle söylemek lâzım ki, keyfiliğin borazanını öttürenlerin önünde bugün ne kadar mâsum olursa olsun hiçbir "dindar" kendini emniyette hissedemiyor. Bundan elli yıl sonra geleceğin tarihçileri ve Türkiye tarihi uzmanları, "Türkler kavram kullanmakta beceriksizdiler; yüz senede bir irticâ kavramını bile târif edemediler" diye yazacaklar. İnsaf be; "gerilik" bu değilse, başka ne olabilir ki?
İsterseniz mürteci deyin, isterseniz pâdişâhî fermanlarla dilediğinizin köküne kibrit suyu ekin; ama biz suiistimal edilemeyecek derecede sağlam ve çağdaş esaslara dayalı bir hukuk devleti istiyoruz; yönetimde şeffaflık istiyoruz; insan haklarına tam bir hürmet ve samimiyet istiyoruz; bütün suçların ve cezaların önceden tarif edilmesini istiyoruz. Türkiye makas değiştirirken aslında böyle bir istikamete girmiş bulunuyor ve artık değişimi engelleyemeyeceksiniz. Dünya artık dinozorların dünyası değil; önünüzde iki tercih var: Ya, milletine ve insanlığa müspet hizmetlerde bulunanların yer aldığı "hâtırası unutulmayan şahsiyetler müzesi"nde boy göstereceksiniz, ya da tabiat tarihi müzesinde.
Kopardığınız cayırtı, Türkiye'nin makas değiştirdiği gerçeğini bastıramaz!