Muz orta, şık vole; aut!
Hiçbir rejim mükemmel değildir; yine de kör-topal yürüttüğümüz siyasi sistem kendi dengelerini oluşturmaya başlamıştı ki, parlamentolu demokrasimiz karın boşluğuna yediği faullü bir yumrukla (367) kendinden geçiverdi.
Yeni şekle göre CHP tek başına 380 vekille iktidara gelemediği müddetçe bu sistemle ülkeyi yönetmek mümkün olmayacaktır.
Yargıçlar yönetir diyorsanız o başka tabii...
Bir kasti demokrasi faulü de DTP'ye yapıldı; "Güneydoğulular birleşik oy pusulasında bağımsız adayının yerini bulamaz" kurnazlığı ile bağımsız adayların ayağına güyâ çelme takıldı. Ben DTP taraftarı olsam, şu sisteme zerre kadar iyi niyet ve güvenim kalır mıydı diye düşünüyorum.
Ülke barajının korunmasını anlayabilirim; ama bağımsızlara bir çuval samanda iğne arattırmak hak değildir.
CHP'nin demokrat ruha sahip olmadığını zaten biliyorduk. Aa, AK Parti de öyleymiş!
Bakıyorum, bazı yazarlar Baykal'ı cumhurbaşkanı yapma projesini sahiplenmeye başladılar: Zaman okuyucuları bu fikrin ilk ve asıl sahibini biliyor elbette. Şeref onların, huzur bizim olsun. Baykal cumhurbaşkanı olamazsa ikinci teklifim onu NASA'nın astronot kurslarına yazdırarak Güneş Sistemi'nin dışına yapılacak ilk insanlı uzay yolculuğuna mürettebat yazdırmaktır.
Benim için hava hoş; ben bazı CHP'li dostlarım için bu jesti yapmaktayım!
Cumhurbaşkanını halka seçtirme meselesinin pek "apar topar" bir üslupla kotarıldığı muhakkaktır. AK Parti, "onlar istedi, ben de hodri meydan dedim" havasında, bu muz ortaya iyi bir vole vurduğu kanaatindedir ama doğrusu hiç vakti değildi ve üstelik bu fikri eleştiren Sayın Kanadoğlu'nun, en azından bu meselede siyasi basiret gösterebilmesi iyi olmuştur; çünkü ben hiç kalmadığı kanaatindeydim.
Anayasa Mahkemesi Başkanı Tülay Tuğcu'nun Bakü'den yaptığı açıklamalar dikkat çekici. Sade vatandaş haliyle elbette yorum yapma hakkı var; ama mahkeme başkanı olarak cumhurbaşkanını halkın seçmesinden yana tavır koyması, "ihsâs-ı rey" mânâsına yorumlanabilecektir. Bu tavır hakkında daha geniş bir felsefi tahlil için -utana sıkıla- "Esas mesele vatan ise hukuk teferruat mıdır" başlıklı yazıma dönülmesini istirham ederim.
Siyasi bir meselede birbirine muhalefet eden kalabalıkların coşkuyla Türk bayrağı sallamasının anlamını konuşalım; bu manzaradan bayrağımızı çok sevdiğimiz ve saygı gösterdiğimiz mânâsı çıkmıyor, bayrağı, siyasi çıkarlar için tükettiğimiz anlaşılıyor.
Nevrotik bile değil, sadece politik bir muhabbet. Her şeye rağmen müşterekliğimizi vurgulayan tarafıyla bayrak sevgisi ve saygısı bu kadar ucuz tüketilmemeliydi.
Sağda birleştiklerini açıklayan iki muhalefet partisinin âkıbeti, liderlerden birinin 30 Nisan günü teatral bir edâ ile söylediği, "önümüzdeki 36 saat 36 yılı etkileyecek kadar önemlidir" meâlindeki sözleriyle trajik bir yara aldı ve şimdi vatandaş, o konuşmadan önce kimlerin kimleri nasıl ürküttüğüne dair hayâli senaryolar yazmakla meşgul.
Eğer yapılabilirse -ki hâlâ meşkûk- önümüzdeki seçimler ilginç sonuçlara gebe; yaşayan görür.
İşler bir şekilde çıkmaza girip Türkiye önünü göremez hale geldiğinde (maazallah!) tarafsız, teknokrat nitelikli bir azınlık hükümeti kurulması gerekebilir. Ha, deyince böylesini bulmak kolay mı? Çok merak ediyorsanız bugünlerde kanal kanal dolaşıp kriz üzerine ahkâm kesenlere bir de o gözle bakmalısınız.
Ben öyle yapıyorum ve çok eğleniyorum!