Mustafa Kutlu yine yaptı yapacağını!
Yazarın okuyucuya kumpas kurması, bilmece sorması veya çengele muamma asmasından hazetmem; halbuki böyle metinlerle didişmekte zihnî bir fetih lezzeti arayan ve bulan okuyucu sayısı az değildir: "Bâtınî" bir çehre verilmiş, semboller ve istiarelerle anlamı labirent haline getirilmiş ve bu yüzden gerçekte ne kasdettiği yazarıyla birlikte toprağa gömülmüş metinlerin tertibindeki kurgu ustalığına hayranlık beslemekle beraber saygı duyduğumu söyleyemem. Hayatta neyin değerli olduğunu anlamak için zannettiğimizin aksine fazla vaktimiz yok.
İşte bu yüzden "anlaşılır ve açık olandan yanayım" diyen birisiyle karşılaştığımda kendimi iyi bir dinleyici olarak diri tutmaya gayret ediyorum. Neyse ki böyleleri hâlâ var ve böylelerinin sözlerinde bal gibi bildiğimiz, olanca derinliği ile hissettiğimiz ve anladığımız ama gündelik hayattan silinip giden fıtrî güzelliklerin ucuna dokunabiliyoruz.
Evet, yeni bir muamma kurmanın mânâsı yok. Mustafa Kutlu yine yapacağını yaptı ve yeni bir hikâye yazdı: "Beyhude Ömrüm". Kitaba ikindi sularında girdim; akşam tez erişti. Uyumadan evvel dörtte üçünü götürmüştüm bile. İstesem bitirirdim ama "yarına taşıyacak bir heyecanım olsun, ertesi günüm de bu güzellikle buluşsun" diye kasden yarım bıraktım. Ne çare, eni sonu 212 sayfalık bir hikaye kitabı; arta kalanı yarım saatte bitiverdi ama damağımda bıraktığı lezzet, kıvamında pişirilmiş bir Afyon kaymağı gibi tazeliğini koruyor.
Geçen cuma günü Zaman'ın Kültür sayfasında bu kitap hakkında çok güzel bir tanıtma yazısı ve Mustafa Kutlu ile yapılmış kısa bir sohbetten pasajlar yayınlandı. Kitabı daha yakından tanımak isteyenler, gazetenin internet arşivine bakabilirler. Mustafa Kutlu'nun "Açık ve anlaşılır, sağlıklı ve gürbüz olandan yanayım" cümlesini o kısacık sohbetten aldım. Bu cümle, kendi eserini tanıtmak davasındaki bir yazarın "lâf olsun" kabilinden sarf ettiği bir söz değil; aslında pek kadim bir edebiyat geleneğinin özeti. Kutlu, bir edebiyat tarihçisinin bakış açısıyla modern edebiyatın bir aktörü; kendisiyle aynı çağı paylaşıyoruz lakin "Uzun Hikâye" ile açtığı çığır, insanlık tarihi kadar eski "Bir hikaye anlatmak" geleneğinin devamıdır ve bu gelenek, yazardan ve okuyucusundan "İçten pazarlıklı olmayan bir tutum iste"yerek güzelliğini inşâ eder. İfade şekli teklifsiz ve yalındır; edebi güzelliğini metnin kurgusu veya cümle tertibindeki ustalıktan değil, anlatılan şeyin insan ruhuna akseden âşinâlığından alır. Hikayenin başı, ortası ve sonu vardır. Okuyucu kitapla boğuşmaz; olayların akışındaki tabii zaman duygusu zedelenmemiştir. İnsanlar tanıdıktır, hadiseler yaşanmış ve paylaşılmıştır. Gerçeği, edebiyat satırıyla irili ufaklı parçalara ayırıp tanınmaz hale getirerek okuyucuya ne kadar "modern" olması gerektiğini ihtar eden küstah ve bunaltılı üsluptan dikkatle uzak durulmuştur. Yazar da öyle diyor, "tıpkı şairler gibi çok fazla hesaplamadan ve kurgulamadan yazıp bitirdim".
Modern zamanların karmaşık ve zor anlaşılır bir tabiata bürünmesi bir modernizm efsanesinden başka bir şey değildir çünkü aslında modern insan yoktur; sadece insan vardır ona dair şeyleri, zamanın her diliminde -dün, bugün veya yarın- sade bir söyleyiş ve kurguyla anlamak ve anlatmak mümkündür.
Hikâye, Makaame, Kıssa, Masal veya Efsâne; Işığın geldiği yer (Ex lux Orient) kendini hep böyle anlattı ve anladı ve bu ifade tarzıyla kendi âlemini inşâ etmeyi ve ayakta tutmayı bildi. Bütün bir Şark âlemine asırlardan beri hikmet ve düşünceyi en sehil tarzda intikal ettiren hikâye geleneğine taze bir soluk üfleyerek yaşattığı için Mustafa Kutlu'ya hepimiz bir şeyler borçluyuz.
Belki de anlaşılamaz şey yoktur; sadece hikâye edilememiş şeyler vardır!
Arap dünyasının büyük muganniyesi (hanım şarkıcı) Ümmü Gülsüm, bir şarkısında "Şarkı söyle ve al gözlerimi" diyordu. Hangi şarkının, bir çift gözle değişilecek kadar değerli olduğu şahıstan şahısa değişir ama en azından şu kadarı için hepimiz namına söz verebilirim:
Sevgili Mustafa Kutlu, sen hep hikaye anlat, biz hep okuyalım!